Yazılar

Makale: İslam’ın Araçsallaştırılıp Laik “Statüko” İçin İstismarında Son Merhale: TSK ve Yargı’nın Törenlerinde Dua – III

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI’NIN YARGITAY VE TSK TÖRENLERİNDE YAPTIĞI DUALARI DA İSLAMÎ ÖLÇÜ VE İLKELER BAKIMINDAN DEĞERLENDİRELİM.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, zina, kumar, faiz ve alkolü meşru görüp devlet kontrolünde bu haramları kurumsallaştırarak helal sayan, Kur’an’ın toplumsal, kamusal, ekonomik, siyasî hukukî hükümlerini reddeden ve İslam şeriatıyla hükmetmeyi suç sayıp laik şirk hukukuyla hükmeden ve İslam şeriatıyla hükmedilmesine dair isteklerini açıklayanları da yargılayıp mahkûm eden yargının en tepe kuruluşu Yargıtay’ın toplantısında yaptığı duanın içeriği ibret vericidir.

  1. Laik Yargıtay’ın Yeni Yılını “Besmeleyle ve Rahmet, Bereket Duası”yla Başlatmak Ne Anlama Geliyor?

 “…Ya Rab, kuruluşundan bugüne kadar Yargıtay’da nice hâkimler, nice savcılar Senin emrettiğin adaleti yerine getirmek için gayret ettiler, kendilerine rahmetinle muamele eyle. Bugün hayatta olan binlerce hakim, savcı kardeşimiz var, onları adaletten ayırma Allah’ım. Kendilerine yardım eyle Allah’ım. Sen buyuruyorsun ki, “Ey iman edenler, adaleti ayakta tutun.” “Allah adaleti emreder.” “Allah adil olanları sever.” Ya Rab, hakimlerimizi, savcılarımızı, milletimizi, hepimizi adalette daim eyle. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) buyuruyor ki, “Mahşer günü hiç bir gölgenin bulunmadığı anda Allah’ın arşının gölgesi altında gölgeleneceklerden birisi olanlar, adaleti elden bırakmayanlardır.” O müjdeye nail olanlardan eyle bizleri Allah’ım. Neslimizi, “Adalet mülkün temelidir.” düsturu doğrultusunda yetiştirmeyi bizlere nasip eyle Allah’ım. Ya Rabbel alemin, mülk Senin, idare Senin, biz Senin yeryüzünde adaletini gerçekleştirmek üzere bulunan kullarınız, bizlere yardım eyle Allah’ım. Bu eserin açılışını besmele ile gerçekleştiriyoruz, hayırlı, mübarek, bereketli eyle Allah’ım.”[1]

İslam’ı Kur’an ve sünnet eksenindeki sahih boyutuyla biraz anlamış olan bir mü’min şu cümleyi asla kurmaz; “Ya Rab, kuruluşundan bugüne kadar Yargıtay’da nice hâkimler, nice savcılar Senin emrettiğin adaleti yerine getirmek için gayret ettiler, kendilerine rahmetinle muamele eyle.”

Laik sistemin laiklikle hükmeden Yargıtay’ında “hâkimler, savcılar, Allah’ın emrettiği adaleti” mi “yerine getirmek için gayret etmektedirler”? Bu nasıl bir saptırma ve ne büyük bir zulümdür. TC Yargı sistemi, Allah’ın hükümlerini reddedip hevaya göre yapılan laik yasaları egemen kılma gayreti içinde değil mi? Allah’ın âyetinde de “…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.”[2] denilmiyor mu? Bir başka âyette ise, “Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için onlardan sakın.”[3] emri verildiği halde, laik Kemalist sistem ve Yargı kurumu Allah’ın indirdiği ve gerçek anlamda adaleti sağlayacak hükümlerini dışlayarak hevaya göre seküler aklın ürünü olarak yapılan yasaları esas almış değil midir?

Yine başka bir âyetteki, “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.”[4] hükmüne rağmen, vahiyle inzal edilmiş adalet ölçülerini dışlayıp “en büyük zulüm olan şirk”in[5] yasalarıyla hükmedenler için, nasıl olur da “Allah’ın emrettiği adaleti yerine getirmek için gayret ettikleri” ifadesi kullanılabilir? Üstelik Allah’ın hükümlerini dışlayarak laik yasalarla hükmeden bir kurum için “Bu eserin açılışını besmele ile gerçekleştiriyoruz, hayırlı, mübarek, bereketli eyle Allah’ım.” şeklinde bir dua yapmak, adalete, Hakk’a ve hakikate zulüm değil midir? Bütün bunlar, çok açık olarak “dindar kitleleri Allah ile aldatmak” ve İslam’ı, laik sistemin meşruiyeti için araçsallaştırmak değil de nedir?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, aşağıdaki büyük toplumsal sorunlara ve büyük yozlaşmaya karşı İslam’ın ıslah edici ölçülerini gündemleştirdiğini ve itiraz edip ıslah çabası gösterdiğini görmüyoruz: 

  • Devletin yasallaştırdığı ve devlet kontrolünde ya da izni ve bilgisi dâhilinde işlenen büyük haramlar olan faiz, kumar, zina, alkol üretimi ve satışı yanında,
  • Devleti yönetenlerin çevresinde ve devlet politikalarının sonucu olarak yaşanan yaygın adaletsizlikler, haksızlıklar, insan hakları ihlalleri,
  • Toplumu çürüten büyük yoksuzluklar, liyakatsizlikler, adam kayırma, rüşvet ve ahlakî yozlaşma,
  • Emeğin sömürülmesi, asgari ücretin açlık seviyesinin altında olması ve alın terinin karşılığının verilmemesi, yoksulluk, işsizlik,
  • Halk yoksulluk içinde kıvranırken, halktan toplanan vergilerle yapılan lüks ve israfa dayalı devlet harcamaları ve ülkenin her bölgesine bir saray inşa etme ve saraylarda büyük israfların gerçekleştirilmesi, sadece Cumhurbaşkanı için neredeyse bir uçak filosu alınırken orman yangınları için yeterli uçak bulunamaması,
  • Özellikle son on yılda giderek tırmandırılan ve son beş yılda zirveye çıkan, iktidar eliyle toplumu “laik”, “ulusalcı”, “Kemalist” istikamette dönüştürme çabaları,
  • En büyük zulüm olan şirkle hükmetmek ve laik şirk yasalarının uygulanması sonucu olan daha birçok zulümler,
  • Evet bütün bunlarla ilgili olarak DİB’nın ciddi bir itiraz yükseltmediğini biliyoruz. Hatta kuruluşundan beri, ama özellikle de AKP döneminde daha etkin biçimde Diyanet’in “ulusalcılık” ile İslam’ı sentez edip “din “adına topluma zerk etmede önemli bir rol oynadığını da gözlemliyoruz.
  • Toplumun temeli olan aileyi yıkmaya yönelik laik ifsad yasalarına (6284 sayılı yasa gibi) ve İstanbul Sözleşmesi misali emperyalist seküler kültüre göre toplumu dönüştürmeye yönelik sözleşmelere karşı ciddi bir itiraz ve eleştirisini de görmüyoruz.
  • Üstelik TCK değişikliğiyle AB’yi memnun etmek için “zina”yı serbest bırakırken dinî nikâhlı 16-17 yaşlarındaki gençlerin İslam’a göre meşru olan evliliklerini yok sayıp binlerce genç babayı tecavüzle suçlayarak ceza evine atan AKP iktidarına ve laik yargıya itiraz edip hesap sormak yerine payandalık yapıyor. Üstelik aileyi ve çocukları babasız bırakıp sefalete mahkûm ederek bütün aileyi cezalandıran laik yasalara bir itirazı olmadığı halde, bu şirk yasalarıyla aileyi yıkan cezaları veren yargıya dua ediyor.
  • Laiklik İslam’la bağdaşır”, “din bireyseldir”, “paranın ve ekonominin dini imanı olmaz” propagandasıyla, toplumun İslam algısını tahrif etmeye çalışan Erdoğan’a suskunlukla destek veren, ama birçok hükümet politikasında da doğrudan savunarak katkı sunan Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam’ı araçsallaştırarak laik sistem ve kurumlarını, bilmeyenler nezdinde meşrulaştırmaya çalışan açıklamaları da kolaylıkla yapabilmektedir.
  • Yukarıda zikredilenleri gerçekleştiren iktidar kendini İslam’a nispet edince ve DİB ile maalesef geniş anlamda “Müslümanlar” tarafından da desteklenince, yapılan yolsuzluk, zulüm, haksızlık ve geniş anlamda ahlaksızlıkların faturası bilmeyen kitlelerce İslam’a kesilmekte ve sonuçta da “deizm” ve “ateizm” yeni nesilleri daha kolay kuşatmaktadır.

İLKAV konferans salonunda Diyanet’ten bağımsız Cuma namazı kıldığımız için bize müdahale edip müfettiş göndererek “vaaz ve hutbelerde Atatürk ve laiklik aleyhine” konuştuğumuz iddiasıyla hesap sorup ifademizi alan, “Hanefi Ulemasına göre” laik “devletin izni olmadan Cuma namazı kılmamızın” İslam’a da aykırı olduğu yalanını kolayca söyleyen ve Cuma namazı kıldırdığı için hocamızı karakola çağırtıp hesap sorduran Diyanet, Erdoğan ve laik devletin Cumhurbaşkanının İslam’a aykırı ve İslam’ı tahrif etmeye yönelik bunca açıklama ve uygulamasına hiçbir itirazda bulunmamaktadır.

Diyanet İşleri Başkanı, laik sistemin gündemi olan her konuda din üzerinden yorum yaparak laik siyasal iktidara destek vermektedir. Laik iktidarla tam anlamıyla bütünleşmiş ve Erdoğan’ın her törende yanında yer alıp dualarıyla laik devlet ve kurumlarına, iktidarın laik politikalarına destek verip neredeyse siyasetin gündeminde olan her konuda fetva olarak yorumlanabilecek ya bir beyanat veriyor ya bir hutbe okutuyor ya da dua ediyor. Erdoğan “bütün dinlere eşit uzaklıkta durup hepsinin özgürlüğünü güvence altına alan bir laik devleti savunduğunu” iddia etse de bu konuda bile doğru söylemiyor, dürüst davranmıyor. Mesela Hıristiyanlık, Yahudilik vb diğer dinlerin hiçbirisini laik devlet adına Diyanet denetimine almadıkları halde sistem kuruluşundan beri İslam’ı ve camilerini Diyanet vasıtasıyla laik devletin denetimi altında tutuyor.

Ayrıca, diğer hiçbir din adına açıklama yapmayan, diğer dinlerin aslında şöyle olması ya da böyle olmaması gerektiğine dair hiçbir söz söylemeyen (ki doğrusu da budur) Erdoğan, sürekli İslam adına açıklamalar yapmaktan vazgeçmemektedir. Hatta tahrif edici açıklamalarla kendi sentezci kültürüne göre İslam’ın nasıl olması gerektiğini söylemekten bile çekinmemekte, İslam’ı belirlemeye bile kalkışmaktadır. Sen laik devletin başısın, sana ne İslam’dan, neden karışıyorsun İslam’a ve Müslümanlara, neden haddini aşıp sürekli İslam’ı kullanıyor ve sürekli İslam’ı belirleyici açıklamalar yapıyorsun? Nasıl laik devlet başkanlığı bu?

Maalesef kendi laiklik iddiasında bile dürüst davranmayıp sürekli İslam’a müdahale eden bir yaklaşım ortaya koymakta ve bu konuda en büyük yardımcısı da Diyanet İşleri Başkanlığı olmaktadır. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan, 8 Mart 2018’de sözüm ona kadın haklarını savunma adına yaptığı konuşmada “Siz İslam’ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız.” diyerek “İslam’ın güncellenmesi gerektiğini” gündeme taşıyıp zorda kalınca, Ali Erbaş, “fıkıhın ise güncellemeye müsait olduğunu ve güncellenmesi gerektiğini” ifade ederek ve “bir nassın olmadığı konularda zamanın değişmesine bağlı olarak hükümlerin de değişebileceği malumdur” şeklinde açıklama yaparak (17 Mart 2018)[6] Erdoğan’ın İslam’a aykırı olan ve aslında zihnindeki tarihselci bir yanlışa dayanan sözlerini daha farklı bir boyuta çekip onu desteklemeye, düştüğü zor durumdan kurtarmaya çalışıyor.

Yukarıda maddeler halinde açıklananlar, İslamî temel ilkeler, adalet ve ahlak ölçüleri gereği eleştirilmesi ve mücadele edilerek ıslah edilmesi gereken sapmalar, günahlar ve münker oldukları halde, Diyanet İşleri Başkanlığının ciddi bir çağrısının, “emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” mücadelesinin ve uyarısının olduğunu pek duymuyoruz. Ama yukarıdan beri anlattığımız gibi, şirk sistemini ve laik şirk hukukuyla zulüm üreten kurumlarını aklayıcı, kitleleri “Allah ile aldatıp” sisteme destekçi haline dönüştürücü “statüko dini” politikalarına destek olmak için sık sık kamuoyu önüne çıkıp açıklama ve dualarıyla gündem olduğuna ibretle şahidlik ediyoruz. Birçok Müslüman ise, onun İslam’ı laik sistem için araçsallaştırma çabalarını anlamayan ahmak laikçilerin tepkilerinden etkilenerek, İslamî kimlik ve ilkelerin gereği olan özgün ve bağımsız bir bakışla bu istismara ve İslam’ın laik sistem için kullanılmasına karşı çıkmak yerine, AKP üzerinden sisteme eklemlenmiş zihnin edilgen yaklaşımının eseri olarak ilkesiz ve tepkisel savunmalar yapıyorlar.

Son 35 yılda onlarca davada benim de içinde yer aldığım birçok Müslümanı, sadece “Müslüman olduğumuzu bu sebeple laik ve Atatürkçü olamayacağımızı ve İslam’ın hükümleriyle yönetilmek isteğimizi, mevcut laik Kemalist rejimi reddettiğimizi, bu laik rejim ve yasalarının bize dayatılmasının büyük zulüm olduğunu” yazıp konuştuğumuz için birçok defa yargılayıp ceza veren, daha pek çok Müslümanı da İslamî kimliklerinden taviz vermedikleri ve laik Kemalist sisteme muhalif oldukları için, şiddete hiç bulaşmadıkları halde uyduruk iddialarla “terör örgütü” üyeliği iftirası atarak resmi ideoloji taassubuyla yargılayıp haksız ideolojik kararlarla mahkûm eden, yıllarca tutuklu kalmalarına yol açan savcı ve yargıçlara Ali Erbaş dua edip rahmet diliyor.

Ayrıca laik-Kemalist İslam karşıtı ilke ve yasalarla hükmetmeye ve başta Müslümanlar olmak üzere şirk sistemine muhalif kesimlere resmî ideolojik kararlarla zulmetmeye devam eden bu laik kurumun yeni binasının açılışını “besmele”yle yapabilmekte, üstelik “hayırlı, mübarek ve bereketli olması için” şeriatına karşı oldukları Allah’a dua edebilmektedir. Ve bütün bunlar çoğunluk Müslümanlar tarafından olumlu karşılanıp desteklenmektedir.

  1. Laiklikle ve laik şirk yasalarıyla hükmeden ve doğrunun bu olduğuna inanarak benimseyen ideolojik yargıç ve savcıların ölenlerine rahmet ve mağfiret duası yapmak, Kur’an’a aykırı değil midir?

Allah (c), rahman ve rahim sıfatları gereğince dünyada ayrım gözetmeden bütün varlıklara rahmet ederken (onları yaratır, rızıklandırır, yaşatır), âhirette ise sadece mü’minlere rahmet eder ve kurtuluşa ulaştırır. Bu sebeple insanların mü’min olmayanları için dünyada hidayet duası yapılabilirken, öldükten sonra ahiretine dair mağfiret, rahmet duası yapılamaz. Kur’an’da birçok âyet, ancak inzal edilen mübarek Kitaba uyarak Allah’a teslim/Müslim olan ve O’nun emir ve yasaklarına riayet edip azabından sakınmak suretiyle takvayı kuşanan kimselerin Allah’ın rahmetini umabileceklerini bildirmektedir.

Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitap’tır. Şu halde O’na uyun (tâbi olun) ve korkup sakının (takvayı kuşanın). Umulur ki rahmet edilirsiniz“.[7]

Bir başka ayette de  “Allah’a ve Rasulüne itaat edin ki, rahmete erdirilesiniz.”[8] buyrularak, ancak Allah’a ve Rasûlüne itaat edenlerin rahmete erdirilecekleri bildirilmektedir.

“Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah’a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fâsıklar topluluğuna hidayet vermez”.[9]

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, ahirette bu rahmete müstahak olabilmek, ancak dünyadayken hayat rehberi olarak inzal edilmiş Kitab’a iman etmek ve bu imanın gereği olarak Kitab’ı hakkıyla (anlamak, öğüt almak ve yaşamak amacıyla) okuyarak, onunla amel etmek, takvayı kuşanarak bu Kitab’ın emir ve yasaklarına uyma çabasıyla hayatını ibadet kılmaya çalışmak ve bu hal üzere ölmek gerekir. Hayattayken tevhidî imandan ve hayatını ibadet kılan salih amellerden uzak duran kimseler için rahmet ve mağfiret duası yapmanın mü’minlere yakışmayacağı yine ayetlerde ifade edilmiştir.

“Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri peygambere ve iman edenlere-yaraşmaz.[10]

Yüce Allah Kur’an’da, gerek sözleri, gerekse yaşantıları itibariyle Allah’a ve Rasûl’üne isyan ve inkâr içinde olup mü’min olmayan ve mü’mince bir hayat yaşamayanların ve bu hal üzere fâsık olarak ölenlerin cenaze namazının kılınmamasını emretmektedir. [11]

İman edip Müslümanca bir hayat yaşamayan, tam tersine İslam dışı din ve ideolojilerin müntesibi oldukları açık olan kişilerin ölünce camiye sığınmaları ve cenazelerinin İslamî ölçülere göre kaldırılmasını istemeleri büyük bir çelişki oluşturmaktadır. Tabii ki, Diyanet de laik bir kuruluş olmanın gereği olarak bu kesimlerin İslam’ı bu şekilde kullanmalarına, istismar etmelerine destek vermektedir.

  1. Diyanet İşleri Başkanının TSK’nın Töreninde Yaptığı Dua da İslamî Ölçü ve İlkelere Aykırı Değil midir?

30 Ağustos 2021 tarihinde TSK’nın Genelkurmay Başkanlığı ile Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri Komutanlıkları’nın tek bir çatı altında toplanacağı ‘Ay Yıldız Projesi’nin temel atma törenine Erdoğan ile birlikte katılan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş dua etti. Başkan Erbaş duasında şunları söyledi: “Şu anda ülkemiz için, ‘Peygamber (sas) ocağı’ şanlı ordumuz için Milli Savunma Bakanlığımız ve kuvvet komutanlıklarımızın karargahı için burada yeni bir yerleşke yapmak için toplanmış bulunuyoruz…. Ya Rabbe’l-alemin sen Kur’an-ı Kerim’de buyuruyorsun ki “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.” Bu ayeti kerimeden ilham alarak bu yerleşkede çalışan şanlı ordumuzu en güzel başarılara ulaşmayı nasip eyle Allah’ım… Milli Savunma Bakanlığımıza, Genelkurmay Başkanlığımıza, Peygamber (sas) ocağı şanlı ordumuza bu kuvveti hazırlamayı ve her an vatan için, millet için gayret etmeyi, çalışmayı nasip eyle Allah’ım… Ya Rabbe’l-alemin bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 99’uncu yıldönümünü idrak ediyoruz. Bundan 99 yıl önce bu büyük zaferi bize hediye eden başta Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere tüm şehitlerimizin ve gazilerimizin ruhlarını şad eyle Allah’ım. Bedir’den Malazgirt’e, Çanakkale’den 15 Temmuz’a ve günümüze kadar vatan için, millet için, ezan için, bayrak için namusumuz için maddi-manevi değerlerimiz için mücadele eden ve feda-i can eden tüm şehitlerimizin ruhlarını şad eyle Allah’ım.[12]

01 Eylül 2021 tarihinde de yine Erdoğan ile birlikte “Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Fakülte, Temin ve Eğitim Merkezi’nin açılış töreni”ne katılan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş burada da şu duayı yaptı:  “Subaylarımızın yetişmesi için yapmış olduğumuz bu eseri hayırlı, mübarek eyle Allah’ım. Burada yetişecek olan subaylarımızın, astsubaylarımızın vatanımıza, milletimize nice hizmetler yapmalarını nasip eyle Allah’ım. Ya Rabbel alemin, şanlı ordumuzu karada, havada, denizde mansur ve muzaffer eyle Allah’ım. Ordumuzun harici ve dahili düşmanlarımıza karşı mücadelesinde kendilerine yardım eyle Allah’ım.”[13]

Laik ve Kemalist yasalarla benimseyerek hükmeden ya da gönüllü bekçiliğini üstlenen laik Kemalist iki kurum olan Yargı ve Ordu’nun laik-kemalist mensuplarının bu hâl üzere ölenlerine rahmet ve mağfiret duası yanlış olduğu gibi, yaşayanlarına da Allah’a isyanın ürünü olan laik yasalarla hükmetmeye devam ederlerken ya da laikliğin bekçiliğini yaparlarken, hem de fiilleriyle isyan halinde oldukları Allah’a dua edip bu işlerinin bereketli ve başarılı olmasını Allah’tan dilemek bir başka büyük yanlış ve zulüm değil midir?

Laik Kemalist heva ürünü yasalarla hükmeden Yargı için “Mahşer günü hiç bir gölgenin bulunmadığı anda Allah’ın arşının gölgesi altında gölgeleneceklerden birisi olanlar, adaleti elden bırakmayanlardır.” O müjdeye nail olanlardan eyle bizleri Allah’ım.” duası gibi laik Kemalist Ordu için “Peygamber Ocağı” nitelemesi yapmak da “dindar” kitlelere bu kurumları ve laik sistemi kabul ettirmek amaçlı araçsallaştırmanın tezahürlerinden başka bir şey değildir.

Kemalizme ve laikliğe bağlılığını sürdürüp bu resmi ideolojinin bekçisi misyonunu koruyan TSK, İslam şeriatını hâlâ tehdit ve düşman kategorisinde gören ve bu sebeple de ancak “Atatürk Ocağı” nitelemesini hak eden bir ordudur. Üstelik bu ülkede, AKP iktidarının bile laikliği ve kemalizmi benimsemesine vesile olmuş bir derin güç etkin biçimde varlığını sürdürmektedir. Buna rağmen Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, bu TSK’ya “Peygamber Ocağı” nitelemesi yaparak başarılı olması için, şeriatına karşı oldukları Allah’a dua etmektedir. Bu ordu, Atatürkçü olmaktan, İslam şeriatını tehdit ve düşman sayan Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laikliğe bağlılıktan vazgeçmiş midir? Tabii ki hayır. Daha çok yakın zamanda Suriye’nin Afrin bölgesinde kullandıkları füzelerin üzerine bile “Kemalizme teslim olun” yazan ve hâlâ eğitim programları “Atatürkçü ve laik” bir içeriğe sahip olan, son Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’in de subaylara hitabında “Atatürkçü düşünce sistemine[14] bağlılık” çağrısı yaptığı ve devraldığı göreviyle ilgili olarak, “Atatürk ilke ve inkılâplarının rehberliğinde başarıyla yerine getireceğimize olan inancım tamdır.” beyanında bulunduğu bir ordudur. MSB Hulusi Akar da 2021 yılında yaptığı bir açıklamada “TSK’nın Atatürkçü düşünce sistemi çerçevesinde kurulduğunu, şekillendiğini ve ona göre hareket ettiğini”[15] bir daha hatırlatmış bulunmaktadır.

Bağlılıklarını sürdürdükleri Kemalizmin ya da Atatürkçü düşünce sisteminin Atası ise, Allah’ın âyetleri için “gökten indiği sanılan kitapların dogmaları” ifadesini kullanmakta, Kur’an için “Arapoğullarının yaveleri (Palavraları)” iftira ve hakaretini yapmaktan çekinmeyen bir inkârcıdır. İslam için “Muhammed’in kurduğu din”, “Arap dini” ve “bütün dinler, milletlerin cehaletleri yardımıyla, ilahlar tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından kurulmuştur” diyen İslam karşıtı bir pozitivisttir.

Bu gerçeğe rağmen, Peygamber’in getirdiği Allah’ın emrinden olan İslam şeriatına karşı kemalizmi ve laikliği savunan TSK’ya “Peygamber Ocağı” demek her şeyden önce Peygamber’e hakaret ve iftira olmaz mı? Aslında laik ve Kemalist olmakta samimi olan TSK yetkililerinin de böyle bir nitelemeden rahatsız olmaları ve “bizi ya da ordumuzu böyle adlandırmayın” diyerek itiraz etmeleri gerekmez mi? Laik Kemalist ordu ve yargı neden dürüst davranmaz ve neden ikiyüzlülüğü tercih edip bu büyük çelişkiye itiraz etmez? Görüldüğü üzere herkes yalan söylüyor,  herkes ikiyüzlülük yapıyor ve herkes bu yalanların  üzerine kurulu rolünü oynuyor, bize de “kral çıplak” diye haykırarak hakikati apaçık ortaya koymak, yani Hakkı yerine koyarak adaleti ikame etmek sorumluluğu düşüyor.

Tabii ki, bir zamanlar tevhidî uyanış sürecinde önemli katkıları olan öncülerinden olarak bilinen H. Türkmen’in bile bir başka vesileyle (Türk ulusal çıkarları ve Kuzey Suriye’de PKK yapılanmasını engellemek için İdlip’de yürüttüğü savaştan etkilenip) TSK hakkında “28 Şubat’ta Müslüman halkın değerlerine karşı savaşan Ordu’dan İdlib’te Müslüman halkın değerleri ve bekası için savaşan orduya” nitelemesi yaptığı ve sahiplenip övgüde bulunabildiği, savrulmaların zirve yaptığı böyle bir dönemde, zaten kuruluş amacı laik Kemalist sistemin kurumlarını ve politikalarını meşrulaştıracak dinî argüman üretmek, dua edip desteklemek olan Diyanet İşleri Başkanının “Peygamber Ocağı” nitelemesi yaparak laik-Kemalist ve İslam şeriatı karşıtı TSK’nın başarısı için dua etmesine şaşırmamak gerekir. Bu sebeple, başta Mustafa İslamoğlu, Hayri Kırbaşoğlu, İsrafil Balcı, Mustafa Öztürk gibi geçmişte İslamî kesimde olumlu hizmetleriyle tanınan birçok ismin bile, büyük bir savrulma sonucu, artık Mustafa Kemal’e rahmet okuma noktasına kadar sapmış oldukları bir dönemde zaten laik bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığının ortaya koyduğu istismara şaşırmıyoruz.

  1. Bir Zamanlar da Cami Minarelerine Mahya Olarak “Kemalizm Dini”in “Kutsal Sözleri” Asılmıştı

2009 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Valiliğin ideolojik işgüzarlığı ve Diyanet’in onaylayan ve bu konuda hizmet sunan tutumuyla dolaylı sahiplenmesi sonucunda, İstanbul’un büyük camilerine gayr-i İslamî, ırkçı, resmi ideolojik mahyalar asılmıştı. Tevhid akîdesine ve ümmet bilincine aykırı sözleri, ulusalcı kemalizmin seküler kutsalları, tağutu ve tagûtî ideolojiyi savunan içerikteki bu mahyalardan, Eminönü’ndeki Yeni Cami’ye “Milli birlik esastır“, Sultanahmet’e “Ordumuza şükran borçluyuz“, Süleymaniye’ye “Ne mutlu Türküm diyene“, Eyüp Sultan’a “Önce vatan” sözleri uygun bulunmuştu. Ve Müslüman halk, İslam şeriatına karşı olan bu kurum ve ideolojileri sahiplenip propagandasını yapan mahyaların altında esir edilen camilerde Allah’a ibadet etmeye çağrılmaktaydı.

O süreçte yayınladığım bir açıklamada şunları söylemiştim: “İslam dininin camilerine asılan, ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ gibi Kemalizm dininin kutsalları/amentüleri mesabesindeki mahyaların içeriğinde sorun görmeyen ve bu içeriğe hiçbir itirazlarının olmadığını söyleyen Diyanet yetkilileri, bu ifadelerin cahili sistemin cahiliye inancının ırkçı sözleri, tevhid inancına aykırı ideolojik ilkeleri olduğunu bilmiyor ve anlamıyorlar mı? Yoksa laiklikle, Kemalizmle bütünleştirilmiş ulusalcı, sentezci “resmi din” algısını benimsedikleri için mi böyle konuşmaktadırlar? Kemalizm’in sloganlarının asılı olduğu büyük camilerde bugün, kendini Müslüman olarak tanımlayan on binlerce kişi Cuma namazı kıldılar. Özellikle takip ettiğimiz halde, hiç kimsenin, o camilerin tepelerinde asılı resmi ideoloji ilkelerini hatırlatıp itiraz ettiğini duymadık. Halbuki hiç değilse yüzlerce kişi “bu tağûtî sloganlar, batıl sözler indirilmeden burada Cuma namazı kılmıyoruz” diye tepki göstermeli değil miydi? Tabii ki haklı olarak diyeceksiniz ki, on yıllardır aynı camilerde resmi ideoloji kutsallarını propaganda eden vaazlar ve hutbeler okunurken nasıl sessiz sedasız dinliyorlarsa şimdi de öyle dinlemişlerdir. Evet, maalesef öyle oldu. 

“Peki, haklı olarak Mescid-i Aksa için güzel bir duyarlılıkla meydanlara çıkan “Müslümanlar”, neden ideolojik işgal altındaki camilere sessiz sedasız namaz kılmaya giderek, Kemalizm dininin sloganlarının asılı olduğu camilerde, hiçbir şey yokmuş gibi zillet içinde bir suskunluk sergiliyorlar? Doğru, Mescid-i Aksa Siyonist terör devletinin işgali altında, ama Mescid-i Aksa’nın tepesinde tağutun ilkeleri, başka dinin kutsalları asılı değil. “Ne mutlu Arab’ım Diyene” “ülkemize hâkim olan orduya şükran borçluyuz” sözleri asılı değil. Evet, dürüstçe cevap verelim, Askerî işgal altında oldukları halde, camilerinde Allah’ın isminden başka isimlerin yüceltilmesine, tevhid dininden başka dinlerin hâkimiyetine müsaade etmeyen Mescid-i Aksa’daki Müslümanlar mı daha özgürdür, yoksa ideolojik işgal altındaki Sultanahmet, Süleymaniye, Eyüp Sultan Camilerinde sessiz bir biçimde namaz kılanlar mı?”… “Dinimizi Diyanetten, canımızı siyasileşen ideolojik ordudan, hukukumuzu ideolojik yargıdan, çocuklarımızı ideolojik militarist “öğütüm” mekanizmasından nasıl koruyacağız?”

“Laik devletin politikalarına hizmeti görev sayan Diyanetin, işgali altındaki cami ve mescidlerde yıllardır sürdürülen Türk ulusalcılığına dayalı resmi din propagandası sona erdirilmelidir. Camiler ve mescidler, resmi ideolojinin ve laik devlet politikalarının kuşatma ve işgalinden kurtarılarak, sadece Allah`ın isminin yüceltildiği, bütün kavimleri ve dillerini eşdeğer ve saygıdeğer kabul edip haklarını veren tevhid dininin ve ümmet bilincinin hâkim olduğu mekânlar haline getirilmelidir. Cami ve mescidlere egemen kılınan, Türk kavmini ve egemen resmi ideolojiyi temsil eden bayrak, slogan ve simgeler kaldırılmalı, sadece bütün kavimlerin ortak değerleri olan, vahye uygun ve ümmet bilincini temsil eden söz ve şiarlar bırakılmalıdır.”

Camilerin, bu şekilde Türkçülüğün hizmetinde kullanılmasına, ulusalcı Kemalist sözlerin minarelere asılmasına, 2009 yılında bizimle birlikte en etkin biçimde karşı çıkan yine Haksöz ve Ögür-Der çevresi olmuştu. O gün Özgür-Der’in çağrısıyla bir de protesto eylemi düzenlenmişti. O süreçte Hamza Türkmen Derginin Kasım 2009 sayısındaki yazısında Diyanet hakkında şu tespitleri yapıyordu: “… sistemin tek-tip kimlik dayatan, işbirlikçi, Batıcı, jakoben ideolojisi, kitleleri afyonlaştırma fonksiyonu gibi “saptırılmış bir İslam” telakkisiyle camilerde ve dini ritüeller esnasında kuşatmaya ve “milli dindarlık” anlayışı içinde Kemalist-kapitalist ideolojiye eklemlemeye çalışmaktadır. İslam, yeni kapitalist oluşumların İseviliğin Protestanlaştırılmasını destekledikleri gibi araçsallaştırılmaya çalışılmaktadır… Türkçülüğü ve devletçiliği hortlatan mahyalar İslam’a ve İslami değerlere saldırıdır. Camiler üzerinden Türklük Kürtlük, Araplık Rumluk mukayesesi olmaz… Diyanet, Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir…” (2/114) buyruğunu unutmamalıdır… Resmi ideoloji açısından asıl olan İslam değil, Türklüktü. Üst kimlik Türklük iken; İslam, Türklüğün kullandığı bir alt kimlik, bir araç veya bir maşa olarak değerlendiriliyordu. Türklüğü, Türk ifadesini bugün kimse ‘etnik değil, ırk değil, bir üst kimlik’ diye yutturmaya kalkışmamalıdır.”

İşte bizim de yukarıda alıntıladığımız aynı istikametteki açıklamamızda yer alan itirazlarımıza ve vahye dayalı uyarılarımıza rağmen, Diyanet kuruluş amacına uygun biçimde laik devleti ve laik kurumlarını meşrulaştırma faaliyetlerine yeni boyutlar ekleyerek bugün de aynı istikamette yoluna devam ediyor. Ama artık Haksöz çevresi, daha önce birlikte yürüdüğümüz çizgiyi bırakıp “İslam’ı laik devlet için araçsallaştırmayı” sürdüren AKP’ye destek verdiği gibi, aynı işlevi gören DİB’nın da yanında saf tutmuş bulunuyor. Bu konuyu, inşaAllah bir sonraki yazıda belgeleriyle ortaya koymaya çalışacağım.

  1. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Bu Konumu Kuruluş Amacına Uygundur, Peki Ya Tevhidî Uyanış Süreci Öncülerine Ne Oldu?

Statüko sahiplerinin, iktidarlarını sürdürmek amacıyla hak ile bâtıl karışımı “statüko dinleri” oluşturup Kur’ân’ı, âyetleri, İslâmî kavram ve motifleri araçsallaştırarak halkı “Allah ile aldatma” süreçlerinde, aynı işlevi görmek amacıyla kurulmuş Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu tutumu yasalar gereğince Diyanete biçilen konuma uyumlu bir sonuçtur. Ancak birçok “mü’min şahsiyetin, âlim, hoca ve önderlerin” “statüko dini”nin İslam’ı araçsallaştırmasına karşı aynı edilgenlik içinde olmaları, hatta Hayrettin Karaman, Abdullah Büyük, Ebubekir Sifil ve Mustafa İslamoğlu misâli AKP iktidarını ve şirk anayasa değişikliklerini sandığa giderek desteklemenin ve AKP iktidarının karalarına itaatin “farz”, “farz-ı ayn” “umreden efdal bir ibadet”, “ibadet ve takva” olduğunu söyleyerek “statüko dini”ne teolojik alt yapı” oluşturan açıklamalar yapmaları çok daha büyük bir tehlike oluşturmuştur. Bu tutumları onları, yaşanan büyük yozlaşmanın, toplumsal çürümenin ve özellikle de belli duyarlılıkları gelişmiş “İslamî camiada” yaşanan yaygın sekülerleşme, kirlenme ve çözülmenin vebali altına sokmuştur.

İlâhiyatçı Hayrettin Karaman “başörtülü sigara”ya haram deyip kınarken “başörtülü demokrasi”yi “farz olan bir hedefe giden yol da farzdır” diyerek teşvik etti. Kendince farz olan İslamî bir yönetim hayaline götürecek bâtıl bir yol olarak gördüğü “laik demokrasiye katılmayı, bu yolla iktidar olmayı ve bu iktidarı oylarıyla desteklemeyi” “farz” olarak ilan etti. Böylece “başörtülü demokrasi”yle önce siyasi alanda hevayı ilah edinmeye alışanlar, zamanla diğer bütün hayat alanlarında da hevayı ilahlaştırmaya ve arzularına uyarak seküler bir hayatı başörtüleriyle yaşamaya başladılar. Tabii en sonunda da “başörtülü kemalizme” ulaşıp anıtkabire koştular. Bütün bunlara rağmen hâlâ desteklediği, İslam’a bunca zarar veren iktidarı korumaya çalışmakta ve “ufukta daha iyisinin görülmediği iktidarımızı; düşmanlarından ve kıt düşünceli dostlarından, nasıl koruyacağımızı konuşmalıyız… Daha fazlasının peşinde koşarken elde edilmiş kazanımları kaybetme hesapsızlığından sakınılmalı.[16] diyebilmektedir.

İşte bu tür “hoca, alim ve öncü” olarak tanınanların önemli bir kısmı da, İslam’ın tahrif edilmesi çabasına ve laik devlet için araçsallaştırılmasına karşı itiraz etmeyerek ve suskunlukla onay vermekteydiler. Ancak daha kötüye doğru bir gidiş yaşanmış, bu “âlim, hoca ve önderlerin” büyük çoğunluğu, artık suskun da kalmayıp Diyanet’in bu tür faaliyetlerini sahiplenip desteklemeye başladılar.

AKP’ye ve politikalarına “aktif destekçi” olup davetin muhataplarını sadece Kur’an ve sünnete davet etmek yerine bir de şirk sisteminin anayasa ve partilerine oy vermeye çağırıyla başlayıp devam eden büyük yanlışlar, pişmanlık duyularak ilk bâtıl çağrının yapıldığı aynı kamuoyunun önünde mahkûm edilip düzeltilmeden yola devam edildikçe, daha vahim sonuçlara yol açılmaktadır. Çünkü yaşanmakta olan bu istikamet krizi sürdürüldükçe, zamanla eski yanlışlar kanıksanarak yeni yanlışlar yapılmakta ve giderek geri dönülmez bir yozlaşmanın pençesinde sinsi bir çürümenin kalıcı ve daha kuşatıcı hale gelmesine sebep olunmaktadır. Sonra da yeni nesillerin neden bu kadar yaygın biçimde sekülerleştiği, hatta “deist” ve “ateist” olduğu dövünmesi beyhude bir yakınma olmaktan ileri gidememektedir.

Dipnotlar:

[1] https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/32692/cumhurbaskani-recep-tayyip-erdogan-yargitay-yeni-hizmet-binasi-ve-2021-2022-adli-yil-acilis-torenine-katildi

[2] Mâide, 5/45.

[3] Mâide, 5/49.

[4] Nisa, 4/58.

[5] Lukman, 3/13.

[6] https://www.diyanet.gov.tr/es-ES/Institucional/Detalle/11369/diyanet-isleri-baskani-erbas-cnn-turkun-canli-yayin-konugu-oldu

[7] En’am, 6/155.

[8] Âl-i İmran, 3/132

[9] Tevbe, 9/80.

[10] Tevbe, 9/113.

[11] Tevbe, 9/84.

[12]https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/32686/cumhurbaskani-erdogan-milli-savunma-bakanligi-ay-yildiz-projesi-temel-atma-torenine-katildi.

[13] https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/32693/cumhurbaskani-erdogan-jandarma-ve-sahil-guvenlik-akademi-merkezinin-acilis-torenine-katildi

[14] Bu düşüncenin savunucuları tarafından, “Atatürkçü Düşünce Sisteminin kök hücresini oluşturan unsurlar” şöyle sıralanmaktadır: “1Türk devletini yaratırken Anayasada laiklik ilkesini kabul etmiş, 2-Türk milletini yaratırken dogmaları ve ayetleri (Kur’an’ı) reddetmiş, 3-Işık olarak aklın rehberliğini kabullenmiş, 4-Ülkesini başka bir devletin lisanından kurtarmak için dil devrimi yapmış, 5-Başka bir ülkenin alfabesini kullanmak yerine uluslararasında geçerli Latin alfabesini almış, 6-İslam dininin kutsal hicretini başlangıç olarak esas alan başka bir devletin takvimini terk ederek uluslararası geçerli takvimini kabul etmiş, 7-Kadına (Batı kültürünün) medeni ve sosyal haklarını tanımış, Arap ülkelerinden devşirilmiş kişisel kıyafetleri yasaklayarak çağdaş (Batılı) kıyafetleri kabul ederek toplumun Batıya yakınlaşmasını (benzemesini) sağlamış, 8-Eğitimde akıl ve müspet bilimlerin ışığında (laik, seküler) tedrisat yapılmasını getirmiştir. Ama bütün bunların önünde en büyük devrim olarak Batının hukuk sistemini alarak mevcut din öğeleriyle oluşturulmuş Osmanlı/Arap/İslam hukuk sistemini ilga etmiştir.” (Coşkun Ürünlü, http://www.urunlu.com/78-ataturkcu-dusunce-sistemi-ve-akp). İşte bizzat kendi ifadeleriyle “Atatürkçü düşünce sistemi” budur. İslam şeriatının düşmanı ve Batı seküler düşüncesinin, fıtrata aykırı sapkın modern paradigmanın ürünü olan pozitivizmin ise dostu ve savunucusudur.

[15] https://www.ulusal.com.tr/gundem/bakan-akar-tsknin-ataturkculugunu-sorgulamak-kimsenin-haddi-h284594.html

[16] Yeni Şafak Gazetesi, “Dedim Dedi…”, 26 Eyl 2021.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir




Enter Captcha Here :

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Başa dön tuşu