İNFAKTA İMAN MATEMATİĞİ.. (Makale) – Şahin Özdaş
ٱلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ ٱللَّٰهِ – بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
الإنفاق İNFAKTA İMAN MATEMATİĞİ
Sizin de bildiğiniz veya en azından duyduğunuz ‘‘Yemin etsem başım ağrımaz’’ sözü; kişinin bir şey hakkında son derece emin olduğunu ve iddiasında yanılmadığını ifade etmek için kullanılır. Âcizane ben de 40-1=39 etmez, en az 41 eder sözünü dile getirdiğim zaman, iyi biliniz ki bununla, matematiksel hesabımdan kesinlikle emin olduğumu ve yanılmadığımı ifade etmek istemişimdir. Gerçekten yanılmadığımı anlamak istiyorsanız lütfen yazımın alt kısmında, Kur’an’da iyiliklere verilen İMAN MATEMATİĞİNİN karşılıklarının neler olduğunu okumanızı da istirham ediyorum.
Kapitalizmde ülkeleri yöneten siyasi partiler ve siyasi gruplar genelde zengin kapitalist müşriklerin kontrolü altındadır. Ülke yönetimine sahip olan kapitalist sınıf; fakirler, işçiler, çevre için değil, sadece kendi çıkarları için kanun çıkarırlar. Ancak matematiği iyi bildiğini zanneden kapitalist birinin mezar taşına şunu yazmışlar: “Cebinin şişkinliğine güvenen zavallı adam, hayatı boyunca hep toplar ve çarpardı. BÖLMEYİ ve ÇIKARMAYI hiç bilmezdi. Ölünce varisleri bölmeyi ve çıkarmayı yaparak onun eksiğini tamamladılar.”
Evet, İNFAK الإنفاق; Sözlükte kısaca “MALI VEYA PARAYI ELDEN ÇIKARMAK” anlamına gelir. İslam dininde İnfak; helâl yollarla elde edilen mallardan ve her türlü imkânlardan ihtiyaca ve dinin gerekli ya da hoş gördüğü yerlere kişinin kendi servetinden sarf etmesi yani aynî ve nakdî yardımda bulunması demektir. Allah’ın bir rızık olarak verdiği görünür görünmez zahiri ve batıni nimetleri yayma, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma niyetiyle harcamada bulunma gibi anlamlara da gelir.
İslam dininde esas olan, TEVHİD ekseninde bir imandır. Ancak iman, tek başına yeterli değildir. İslam’ın ikinci cüzü ise Salih ameldir. Allah’a itaat ve ibadet niyeti ile yapılan, İslam’a ve Müslümanlara faydası olan her harcama, Allah yolunda yapılan her infak, ameli Salih’tir. Çünkü İNFAK; aynı zamanda Farz olan CİHADIN DA bir şubesidir. Esasında bir yönüyle İnsanın kendine bakması ve çoluk çocuğuna yapacağı harcamada (nafaka) ikinci derecede Farz olan İnfaktır. Üçüncü Farz İnfak CİHAD için yapılacak bir harcamadır. Zaten Kur’an’da sadece üç şey Allah yolunda (fî sebilillah) kaydı düşülerek emredilir: CİHAD, HİCRET ve İNFAK.
Mülk ve servetin gerçek sahibi yalnızca tek büyük Allah’tır. Allah kullarına emanet olarak verdiği bu serveti, Müslümanlar infak ederken, Allah’ın isminin zikredildiği, adının yüceltildiği mekânlara, Müslümanların toplanarak Kur’an eğitimi aldığı, özellikle de ŞİRK ve TEVHİDİ öğrendiği, birlikte bulunduğu İLİM MECLİSLERİNDE tebliğ ve davetin yapıldığı yerlere, infak etmeleri elzemdir.
Doğrusu; ‘‘ölüm engellenmesi en zor şey, hayat ise bitmesi en kolay olandır.” Öyleyse şunu hiç unutmayalım ki, geri dönüşü olmayan bir yola girmeden, kervan gelip göçmeden, nedamet ve pişmanlık içinde kalmadan, gücü yettiğince hayata infakla tutunmak, infakta bulunmak gerekir. Yoksa hesap günü gelip çattığında, yalvarmanın, geri dönmek istemenin hiçbir faydası olamaz. Çünkü; “Dalına sıkı tutunmayan bir yaprak, esen rüzgârın her daim maskarası olur”
Rabbimiz, Münâfikun 63/10. Ayetinde: “Sizden birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve Salihlerden olsam demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden İNFAK edin (dağıtın!)” buyurur. Aslında ana özeti NİFAK olan bu surenin İNFAK ile bitmesi gerçekten çok dikkat çekicidir. Bu da İNFAKın NİFAKIN PANZEHİRİ olduğunun açık bir göstergesi olarak ifade edilir. (Nifak: fesat, arabozucu, ikiyüzlü) Allah rızası için mahşere yatırım yapma duygusundan yoksun olan Kapitalist Nifak sahipleri için bu dünya hayatında infaktan söz edilemez.
Diğer bir ifadeyle NİFAK sahipleri açıkça İNFAKA düşmanlık yapanlardan daha tehlikelidirler. Onları İMANDAN NİFAKA, TEVHİDDEN ŞİRKE çevirenin kimler ve neler olduğunun beyan edilmesinden anlaşılıyor ki, onları yoldan çıkaran pek çok algı vardır. Bu algılar; şeytan, kötü dost, heva ve heves, çocuklar, kabile, ırk tekebbür, kibir, mal ve mülk, makam ve mevki, beşeri kanunlar, ideolojiler ve devlet fetişizmi gibi kutsamalardır.
İslâm dini iman ile yaşanan hayatı bir bütün haline getirmiştir. Yaşayan varlıkların merkezinde hayat, hayatın merkezinde rızık, rızkın merkezinde şükür mevcuttur. Şükürde önemli bir ibadet kabul edildiğinden şükrün merkezinde ise mutlaka TEVHİD akidesinin olması lazım gelir.
Allah, ER REZZAK ismi ile bütün varlıklara rızık vermektedir Her insanın, kâfir de olsa, münafık da olsa, müşrik de olsa, ateist de olsa, Kemalist de olsa, Müslüman da olsa, tüm canlıların rızkı, kuvveti, gıdası ve beslenmesi, yaşamak için gerekli olan bütün şartlar ve sebepleri Allah’a aittir. Allah tarafından bizlere verilen işte bu rızıkların ve her bir nimetin mutlaka bir İNFAKI Vardır.
Esasında “Ne Karınca zayıf olmakla aç kalır, ne de Aslan pençesinin ve kuvvetinin zoruyla karnını doyurur.” Ancak yeryüzündeki tağuti sistem yönetimleri altındaki kâfir, zalim ve fasık olan zorba devlet yöneticileri ve onların işbirlikçileri emperyalist ülkeler, mustaz’af insanları yönetimleriyle zayıf düşürdükleri insanların rızıklarını gasp etmiş, özellikle de Müslüman halkları yetim ve perişan bırakmış, açlığa mahkûm etmişlerdir. Bu sebepledir ki Müslümanlar uykudan uyanmalı ve her daim birbirlerini kollamalı ve birbirlerine dua ederken DUAYI DA MUTLAKA FİİLİYATTA ARAMALIDIRLAR.
İNFAK yapmak, kişinin münafık olmamasını sağlayan en önemli fedakârlık göstergelerinden birisidir. Bu Münâfikun 63/10. Ayette anlaşılan infakın bir iman eylemi olduğu, imkânla sınırlı olmadığıdır. İmanı olan herkesin infak edebilecek bir şeyleri mutlaka vardır. Çünkü infak sanıldığı gibi sadece ekonomik mal varlığından ibaret değildir. İlim, ilgi, bilgi, tecrübe, ekonomi, servet, bedensel yardım, fedakârlık gibi şeylerin infakı olduğu gibi CANINI ALLAH YOLUNDA VERMEK DE İNFAKIN ZİRVESİDİR.
Arap Tavşanının çıkış deliğine NAFİKA denilir. Kalbinin kabul etmediğini, doğrulamadığını, sadece ağzıyla doğrulayarak kalbinden iman çıkan insana da (3/167) MÜNÂFIK denilir. Çünkü MÜNÂFIK imana değil imaja yatırım yapar, mümin ise imaja değil imana yatırım yapar. Zira Allah insanın imajına değil imanına bakar. Onun için MÜNÂFIK kâfirden daha eşeddir, daha tehlikelidir. Açıkçası MÜNÂFIK; pirincin içindeki beyaz taş gibidir. Kâfir ise pirincin içindeki siyah taş gibidir.
Ayrıca yerin altından çıkış yeri olan tünele de Nafak denilir. Münafık da Köstebek gibidir, Köstebeğin tünelin hangi deliğinden girip, hangi deliğinden sıvışacağını bilemezsiniz. Dışından İslam’a girer gibi yapar, fakat içinden ya girmemiştir, ya da çoktan çıkmıştır. Aslında İnfak eden kimse, infak ettiği şeyi görünüş itibariyle vermiş görünüyorsa da, hakikatte ahirette kendi hesabına göndermiş olmaktadır. Nifak ise insanın İkiyüzlü ve İki Dinli olmasını ifade ettiği için kökleri aynıdır.
Ve yine İnfakın Farz ve Mendup (hoş ve arzulanan) olanları vardır ki, bu sıralamaya göre infakın Farz olanlarının başında Zekât gelir. Bir bakıma İNFAK; farz olan zekâtı, sadakayı ve gönüllü olarak yapılan, her çeşit hayır yolunda olan ve her türlü yardımı içine alan bir ifadedir. Yetimlere, zayıflara ve çaresizlere tam bir emniyet sağlayarak onların vahşet ve hırs içerisinde değil; kalplerde ve gönüllerde yaşadıklarını hissettirir. İşte Allah tarafından bizlere verilen bu rızıkların ve her bir nimetin mutlaka bir İnfakı vardır.
Aslında ZEKÂT الزكاة; İnfakın ihtiva ettiği umumilikten bir cüzdür. Sözlükte “artma, arıtma; övgü ve bereket” manalarına gelen Zekât, terim olarak Kur’an’da belirtilen sınıflara sarf edilmek üzere dinen zengin sayılan Müslümanların malından alınan belli payı ifade eder. Örfte bu payın maldan çıkarılması işlemine de Zekât denilir.
SADAKA الصدقة kelimesi de; terim olarak Zekâtla eş anlamlı olup, hem zekât hem de hayır hasenat anlamına gelir. Farz olan zekât ile nafile olan sadaka Kur’an ve hadislerde Sadaka sözüyle ifade edilmektedir. Allah rızası için fakirlere verilen mal, para, ilim gibi insanın muhtaç olduğu herhangi bir şeye de sadaka denir. Açıkçası Sadaka; Farz ve nafile, ne varsa bütün her çeşit yardım anlamına gelir. Onun için Zekâta aynı zamanda Sadaka da denilir.
Rasülullah (sav) bu hususta şöyle buyurmuştur: ‘‘(Mümin) kardeşine tebessüm etmen (gülümsemen) sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.’’(Tirmizî, Birr, 36)
Aslında SADDEGA صَدَّقَ (75/31) Sıdk, Sadık bunlar Kizb’in (yalanın) zıddı olup Doğruluk demektir. İnsanın Allah’a sıdkını yani doğru olduğunu ortaya koyması için, Allah yolunda infak için verdiği mala ve paraya da Sıdk kelimesinden türeyen Sadaka denilir. İnsan, malından bir kısmını gereken yerlere vermekle, Allah’ın İnfak edin emrini yerine getirdiğini ve dolayısıyla Allah’a inanıp hükümlerini tasdik ederek Allah’a Sadık olduğunu ortaya koymuş olur. Açıkçası İnsan sadaka vermekle Allah’a sadık olduğunu ispat eder.
Dolayısıyla; Elimizde bulunan malın da, mülkün de, servetin de bilginin de Allah’tan bir emanet olduğunu bilmemiz ve bizim bu emanete ihanet değil, sadakat göstermemiz gerekir. Emanete sadakat göstermek; ancak Allah’a karşı Sadık ve Sıddık olarak, Sadaka vermekle olur. Esasında Allah için vermekse gerçekte vermek değil Allah’tan almak demektir.
İnfâk kavramı “Tünel kazmak” anlamından hareketle, “fakir Müslümanın gönlüne gizlice yol bulmak” demektir. İnfakta esas olan husus, infak verirken gururu kırmadan gerçekleştirmek, kimsenin görmeyeceği bir şekilde onu fakire ulaştırmaktır. Onların mahcup olmaması, gönüllerinin kırılmaması için onlara:‘‘kabul edip aldığınız için size çok teşekkür ederiz’’ dememiz gerekir. Ve yine bazı alimler “Zekâtı fakire yalvara yalvara verin” demişlerdir, ne anlamlı, ne güzel ifadeler! Lütfen Allah rızası için bu ifadelere bir bakar mısınız! Neden bu ifadeler? Çünkü O almazsa ona bir şey olmaz da, sen veremezsen Cehennemde yanarsın kardeşim! Akıllı ol akıllı! Olan sana olur. Peki, Kimmiş muhtaç? Yine sensin fakire muhtaç.
Verdiğin zekât da nedir yani! Ne yapabilir bu zekâtla? Sadece iki öğün yemek yer veya bir elbise alırsa alır. Bu yetmez bile, hatta ona buna borçlu bile kalabilir. Kaldı ki dahası var: zaten onun malı sende emanettir. Hikmete bak! Alemlerin Rabbi onun malını sana vermiş, onu fakirlikle seni zenginlikle imtihan etmiştir. Sen de senin zannediyorsun. Attın kasaya senin oldu, hayır böyle değil. O senin değildi onundu, işte sen onu çaldın. Açlıktan biri ölse zekâtını vermeyen adamın hükmü ‘‘Katil’’ olur.
Günümüzde cimrilik yapan, müstağni davranan (kendi kendine yetebileceğini zanneden) zengin tipler, güya akıllı geçiniyorlar. Diyorlar ki; “Biz işimizi biliriz, Bu serveti aklımı kullanarak, kafamı çalıştırıp kazandım”. Hâlbuki o malı da, onu elde etme gücünü de, zekâsını da ona veren Allah’dır. Eğer o malı, serveti kendisi kazansaydı kesinlikle maldan hiç ayrılamazdı. Hâlbuki bakıyoruz ya kendisi o malı terk edip gidiyor, ya da mal onu terk ediyor. Onun için dünyada dikkatli konuşup, Ahirette ise malı konuşturmak zorundayız. Öyleyse tüm amirlerin, şeflerin, bürokratların, bakanların koltuklarına şunu Yazmak lâzım: “Senden önce burada bir başkası oturuyordu.” Ayrıca insanların gözlerinin önüne de yazmak lâzım: “Senden önce, senin şu anda tohum attığın tarlaya dün bir başkası tohum atıyordu.”, “Bindiğin arabaya dün başkaları biniyordu.”, “Oturduğun evde dün bir başka birisi oturuyordu.”
Hacc 22/34 ve 35. Ayetlerde: “Her ümmete MENSEK (kurban ibadetini) yükledik (Farz) kıldık ki, kendilerine rızık olarak verdiğimiz EN’AM (koyun, keçi, sığır ve deve) cinsinden hayvanları Allah’ın adını anarak kessinler. İşte sizin ilahınız tek bir ilahtır. Şu halde yalnız ona teslim olun. Sen (Allah’a) gönülden bağlananlara müjde ver. Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine isabet eden musibetlere sabreder, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden İNFAK edip harcarlar.” Demek ki bu 34 ve 35. Ayetlerde: Allah, ta Âdem (as)dan beri gelen her ümmete, Oruç (2/183), Namaz (73/20), Kurban (22/35) diğer bir yönüyle de (Zekât vs.) İnfak ibadetini (2/26-268; 3/92; 4/37; 36/47; 68/12) FARZ kılmıştır. Öyleyse NİSAB miktarı para ve mala sahip her Müslüman kişi, İNFAK etmekle yükümlü olduğundan buna FARZ bir ibadettir diyebiliriz.
Ancak maalesef bugün biz Müslümanlar mala sahip olmaktan daha çok hayatımızı mala ait olmaya dönüştürdüğümüzden Ahiret hayatımızı unutmuş bulunmaktayız. Açıkçası malın sırtına binip malı istediğimiz şekilde sürmek, sarf etmek yerine âdete malı sırtımıza almış kendimizi mala sürdürtmek zorunda kalmışız.
Ancak kişi MALI çok severse, MALA sahip olmaktan çıkıp MALA ait olur. Öyleyse insan ancak ihtiyacı kadar bir şeye değer vermelidir. Dünyada ve ahirette ne kadar kalacaksa o kadar oraya değer vermelidir. Ateşe ne kadar dayanabilecekse, o kadar günah işlemeyi göze almalıdır. Sorumluluğu yerine getirilmeyen, Allah yoluna verilmeyen veya yetim, fakir ve yoksullara (miskin) infak edilmeyen MAL, insanın başına bela olur. Dolayısıyla Allah yolunda insana derece kazandırmayan MAL ona yükten başka hiçbir şey getirmez.
Çoğunlukla insanlar: “Bu devirde paranın açamayacağı kapı yoktur, devir para devridir, İslâm karın doyurmuyor, ayet hadis dinlemek bize ağır geliyor” diyorlar. Onlara, bak ölüm var, ölüm geliyor denildiğinde “Hele bir gelsin bakalım, o zaman düşünürüz” diyorlar. Ama o gün geldiği zaman bu sefer de Allah’a şöyle yalvarırlar, Mü’minun 23/99 ve 100. Ayetlerde: ‘‘Sonunda, o (kâfirler)den birine ölüm geldiğinde; Rabbim! Beni (dünyaya) geri gönderin der. Böylelikle terk ettiğim (dünya)da (Senin tek büyük olduğunu kabul ederek, İslâmî düzeni hayata geçireyim, İslâm’ı yaşayayım, bu konuda haklı çıkışlara ön ayak olarak) kalıcı hayırlar, Salih ameller işleyeyim. Hayır! Onların söylediği bu söz, (boş) laftan ibarettir. Onların arkasında diriltilecekleri güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Geri dönemezler!)
Rabbimiz, Bakara 2/271. Ayette: “Sadakaları açık olarak verirseniz pek güzel olur. Fakat Onu fakirlere verirken (ellerinizl) gizler(verir)seniz bu sizin için daha da hayırlıdır ve sizin bir kısım günahlarınızı (gizler) örter. Allah yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir (yani verirken ne düşünürseniz ondan haberi vardır).” Bu ayete göre “Nafile türünden sadakanın gizli verilmesi, Farz türünden sadakanın yani zekâtın ise açık verilmesi daha iyidir.” Çünkü FARZ olan sadaka dediğimiz Zekâtın gizli verilmesi, “Kişi yükümlü (farz) olduğu halde vermiyor” şeklinde kötü düşüncelere sebep olabileceği gibi, kişi Zekâta teşvik edilmemiş, vermeyerek daha serbest kalmış olur. Öyle ise Hayatın merkezine dünyayı alan kişi Farz olan infakı (zekâtı) vermeyerek imanını zayi etmiş olur.
LÜTFEN DİKKAT! Zâriyat 51/19 ve Me’aric 70/24-25. Ayetlerde:
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ “Ve onların MALLARINDA isteyenler ve isteyemeyen (mahrum, yoksul) olanlar için belirli bir hak vardır.” Ve yine Bakara 2/274. Ayetinde: “Servet ve MALLARINI (yetkisini ve makamlarını, imkân ve fırsatlarını) gizli ve açık, gece ve gündüz Allah yolunda infak edenlerin (yani işe yarayacak ve ihtiyaçları karşılayacak kadar hayır verenlerin) ücreti ve mükâfatı Rableri katındadır. Onlara (dünyada ve ahiret hayatında) korku yoktur ve onlar asla mahzun (mahcup, hüzünlü, üzülen) olmayacak (kutlu kimselerdir).”
Zâriyat 51/19 ve Me’aric 70/24-25. Ayetlerinden anlaşılıyor ki ZEKÂTın kârdan değil, MALDAN verilmesi gerekir. Rabbimiz, toplumsal duyarlılığı olmayan, gamsız, egoist, kendisinden başkasını görmeyen menfaatperest kişileri Kur’an’da kınamıştır. Bu tutum ve davranışlardan uzaklaşılması için üzerinde hassasiyet gösterilmesi gerekir.
Bu ayetlerin amacı sizi cezalandırmadan önce önlem alın, ders alın, bunları yapmayın, öncekilerin yaptığı hataları tekrarlamayın, malınızda, mülkünüzde, paranızda, pulunuzda, maaşınızda fakirin, miskinin (yoksulun) hakkı vardır, onlara hakkını verin. Öteden beri Müslümanlar ZEKÂT borçlarını rahmet ayı olan Ramazan ayında ödemeyi âdet haline getirmiş iseler de zekâtın ödenmesi için tayin edilmiş bir gün veya ay yoktur. Asıl olan şartları gerçekleşince zekâtın acil olarak ödenmesidir.
Şüphe ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde kesin ve derin ilim sahibi ULAMA-İ RÂSİHÛN(3/7) kimseler; kişinin ZEKÂT için bakmakla yükümlü olduğu aile efradı için havâic-i asliyyeden (asli (zaruri) ihtiyaçlarından) olan NİSAB miktarından fazla mala ve paraya sahip olma şartını aramışlardır. Ancak kişinin asli ihtiyaçları için elzem olan (binek, barınma yeri, kitaplar, alet, makineler, elektrik, su, yakıt, aidat vb. diğer cari giderler) gibi demirbaşlara ayırdığı paraya ZEKÂT düşmez.
Mesela; Maaş alanlar zekâtlarını aylık vermek isterlerse şöyle de hesaplayabilirler: Aylık gelirimizden, aylık borçlarımızla birlikte asli giderlerimizi düşeriz. Geri kalan para, diğer aylarda da aşağı yukarı aynı ölçülerde elimizde kalıyor ise; on iki (12 Ay) ile çarparız. Ortaya çıkan rakam eğer NİSAB miktarını (80 gram altını) aşıyor ise, en az %2,5’nun (fazla vermede sınır yoktur) o aya tekabül eden kısmını hemen öderiz. Bu uygulamayı her ay periyodik bir şekilde yaptığımız takdirde inşallah zekât borcundan kurtulmuş oluruz. Hz. Ali’ye (r) nispet edilerek kabul edilen bir söze göre; “Zekât asgari %2.5’tur, ancak bu da züğürdün zekâtıdır” demiştir.
Bakara 2/219. Ayette: وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ “Ve Sana (yoksul ve muhtaçlara) neyi İnfak edeceklerini sorarlar. De ki عَفْوَۜ el ‘AFVE Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.”
Ey insan! Bu ayetteki sorunun cevabı: ‘‘Senin ve ailenin ASLİ (zaruri) giderlerinin dışında kalanı infak etmek’’ olmalıdır. Ne aç gözlülük edip servet üstüne servet yığın, ne de iyilik edeceğiz diye kendinizi ve ailenizi muhtaç duruma düşürün manasına da gelir. Diğer önemli bir ifadeyle; Allah’tan affını istediğin şey ne ise, işte o kadar İNFAK etmen gerekir. Ne kadar günahının af olmasını istiyorsan o kadar infakta bulunman gerekir. Her ne kadar bazı müfessirler bu Bakara 2/219. Ayette geçen el ‘AFVE kelimesi için ‘‘İHTİYAÇ FAZLASI’’ deseler de Allah’u alem bu hatalı bir cümledir. Çünkü insan kendi İHTİYAÇ LİSTESİNİ yaptıktan sonra Olay “Bu pilav daha çok su kaldırır” deyimine dönüşebilir.
Kişi bir evim var (yaşadığı toplumun nominal değerlerinde, rayiç bedellerinin ortalaması üstünde) bir taneye daha İHTİYACIM var diyebilir. Ya da bir evim, bir de arabam varken, bir yazlık eve daha ihtiyacım var diyerek ev arayışına giren kişinin İHTİYAÇ algısı çok daha başka olabilir. Ayrıca bir evi varken (zekât vermede algı oranı beşeri yönetimlerce dumura uğratıldığından) bunu satıp çok daha pahalısını alayım diyerek, bir villa ya da saray yavrusu bir mekân da alabilir. Bu kişilerin İHTİYAÇ algısı daha başka olacağından, alıp oturduğu mekâna da ZEKÂT düşer. Mesela Ankara’da 1 milyon tl. değerinde arabası olan kişi; (zekât vermekten kaçındığı için) bunu satıp 10 milyon tl. Civarında sadece BİR TANE araba alsa bile, aldığı o BİR TANE bineğe bile ZEKÂT düşer. İŞİN ÖZETİ: eğer Allah’ın ayetlerinden sadece bir ayet (2/219) bile yeryüzünde uygulansa hiç aç kalınır mıydı? Kesinlikle aç kalınmazdı, bu da böylece bilinsin!
Aslında ayette el ‘AFVE demek: Dar zamanda, en sıkıntılı zamanlarda rahatlıkla vazgeçilebilecek şeyler demektir. Mesela; bir hastamız var, onun tedavisi için acaba nelerden vazgeçebiliriz? Veya insanın kendisi hasta olduğunda iyi bir tedavi olup nelerinden vazgeçebiliyorsa işte o malları infak etmek, AFFETMEK DEMEKTİR. AFFETMEK demek zaten hakkından vazgeçmek demektir. El AFVE de bu kökten gelir; Hayati önem taşıyan, en zor zamanımızda fedakârlık yapabileceğimiz neyse odur. İNFAK hem NİFAKIN ve hem de İFLASIN panzehridir. İNFAK NİFAKI DA YOK EDER İFLASI DA YOK EDER. Faize yatırım yaptığı için iflas edenin haddi hesabı yoktur. Bu güne kadar da en büyük iflaslar Faizle iştigal edenler tarafından yaşanmıştır.
AYRICA; Bakara 2/267. Ayette “Kazandıklarınızın en iyilerinden verin, Topraktan sizin için çıkardıklarımızın en kalitelilerinden verin” buyruluyor. Ali imran 3/92. Ayetinde de “En çok sevdiğinizi verin” (Beled, İnsan, Bakara 177, Ali imran 134. Ayetlerde de geçer). Nisâ’ 4/37. Ayette (ve Hadîd 58/24): “Cimrilik yapıp başkalarının da cimrilik yapmasını emredenler.” Bakara 2/268. Ayette: “Fakir düşme korkusunu yayarak insanları sadaka ve zekâttan alıkoyanlar.” Yâsîn 36/47. Ayette: “Yardıma muhtaçlara infak yapmayıp onları Allah’a havale edenler.” Kalem 68/12. Ayette: “Her türlü hayrı ve iyiliği engelleyenler.” İfade edilen bu ayetlerde Allah, müşriklerin ‘‘HAYRA ENGEL OLMAK’’ şeklindeki bu yanlış davranışını “ibadetinden habersiz olan, yetimi itip kakan, Miskini (yoksulu) doyurmayan, ibadetinde gösteriş yapan ve hesabı yalanlayan kişinin davranışları arasında’’ saymaktadır.
KUR’AN’DA İYİLİKLERE VERİLEN MATEMATİKSEL KARŞILIKLAR NE KADAR OLABİLİR?
CEVAP:
(1) Şura 42/40. Ayetinde: ‘‘Bir Kötülüğün karşılığı dengi kadar bir kötülüktür (cezadır)’’(6/160). Hesap gününde Kötülüklerin karşılığı affedilmezse en fazla işlediği o kötülüğün dengi kadar bir kötülüktür. İyiliklerin ödülleri ise en az o iyilik kadardır.
(2) Necm 53/31. Ayetinde: ‘‘(Allah) iyilik yapanları çok daha güzeliyle mükâfatlandıracaktır.’’ Yani güzellik yapana daha bir güzelle karşılık verilecektir. Bu 1’e karşı 1+1 demektir.
(3) Yunus 10/26. Ayetinde: “Ve ziyadetün” diye geçer. İyilik yapanların karşılığı iyiliktir, daha güzeldir ve ziyadetün ve daha da fazlasıdır. Bu en azından 1+1+1 olur. En az üç katı verilebilir demektir.
(4) En’am 6/160. Ayetinde: “Kim bir iyilikle gelirse onun on katı karşılık vardır.” Yani 1’e 10 katı karşılığı verilir.
(5) Bakara 2/261. Ayetinde: “Allah yolunda malını infak edenlerin, infak ettikleri şeyin karşılığı bir taneye benzer ki onu ekersiniz o 7 tane başak verir, her bir başakta da 100 ürün olur.” Burada tahıl ürünü üzerinden örnek veriliyor. Dolayısıyla bu ayette 1 ekiyorsun 700 alıyorsun demektir. Bu da bazı hayırlar için 1’e 700 karşılık veriliyor demektir.
(6) Yine aynı ayette; Yani Bakara 2/261. Ayetinde: Allah dilediğine bunu 700+700 katlayarak da verir buyuruluyor.
(7) Tevbe 9/121. Ayetinde: ‘‘Küçük büyük yaptıkları her bir infak ve (Allah yolunda) geçtikleri her bir vadi mutlaka onların lehine yazılır. Sonunda, Allah onları yapmakta olduklarının EN GÜZELİ ile ödüllendirecektir. Ayrıca aynı ayetin bir benzeri olan Zümer 39/35. Ayetinde de şöyle muhteşem bir müjde verilmektedir. Samimiyetle tevbe edenlerin (yani Muttakî ve Muhsin olarak) Allah’a yönelenlerin yaptığı hataların örtüleceği ve sonrasında gerçekleştirecekleri davranışların EN GÜZELİ üzerinden değerlendirilmeye tabi tutularak verileceği ifade edilmektedir. Bu ayete, bazı müfessirler “Hesapsız (sınırsız) verilebilir…” ifadesini eklemişlerdir.
(8) Necm 53/32. Ayetinde: اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ ‘‘Muhakak ki Senin Rabbinin mağfireti geniştir” buyruluyor. Bu ayetin manası: Rabbimiz isterse biz kullarını tamamen affedebileceğini belirtmektedir. Elhamdülillâh ne büyük bir müjde.
SORU: ACABA NEDEN BÖYLE KADEME KADEME DERECELENDİRME VARDIR?
CEVAP:
(1) Bu yapılan iyiliğin türüyle alakası olabilir. Yani her iyiliğin karşılığının kendisine göre bir standardı olabilir. Yani verdiğin adamın durumuna göre hayrın derecesi değişebilir.
(2) Yaptığın iyiliği kime yaptığın, ne zaman yaptığın, nasıl yaptığın sonucu değiştirebilir. Yoksa, verdiğin adamın canını mı çıkarıyorsun? Sonuçta Bakara 2/177 gibi Ayetlerde: “Yardımı yaptığın zaman kalbinin durumu” çok önemlidir.
SORU: ZEKÂT KİMLERE VERİLİR?
CEVAP:
Tevbe 9/60. Ayetinde:
“Sadakalar (zekâtlar; İslami devlet vergisi harcamaları), Allah’tan bir farz olarak yalnızca;
(1) Fakirler
(2) Düşkünler (miskinler, yoksullar)
(3) (Amme hizmeti, zekât) işinde görevli kimseler.
(4) (Örtülü ödenek bütçesinden) kalpleri (İslam’a ve İslam devletine) Yeni ısınanlar (tefsirlerde ısındırılmak istenenler diye geçer, böyle değil!!!).
(5) Köleler (Başkalarının boyunduruğu altında ezilen işçi, hizmetçi, esir, hapisten kurtulmak isteyenler veya Şirk düşüncesi içinde bulunan cemaat, tarikat veya dernek gibi vs… yerlerden Kurtulmak isteyenler).
(6) (meşru yöntem ve amaçlarla borçlanmış olup) Borcunu ödeyemeyenler.
(7) Allah yolunda (Cihad edenler, her türlü çabayı sarf edenler, faaliyet gösterenler, İslam devletinde; savunma giderleri ve geride bıraktıkları aileleri için, eğitim, tebliğ, sağlık ve askerî giderler)
(8) Yolculukta (muhtaç düşmüş olup evine dönemeyenler) içindir. Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.”
SORU: Neden Zekâtın verileceği bu 8 grup İnsan içinde YETİMLERE Zekât verilmez?
CEVAP: Gördüğümüz gibi ayette zekât verilen 8 sınıf içinde YETİMLER geçmez. Neden geçmez? Kanaatimce Allah’u alem, yetimleri tıpkı kendi çocuklarımız gibi kabul etmemiz gerektiği içindir. İnsan kendi çocuğuna nasıl zekât veremezse, ona bakmak zorundaysa, malından ona bir pay ayırmak mecburiyetindeyse, yetimlerin durumu da kendi çocukları gibidir. Başka ayetlerde yetim için “YEDİRMEK, DOYURMAK” gibi kelimeler kullanılmışken, bu ayette “İKRAM ETMEK’’ten söz ediliyor, niçin? Çünkü yetim olan bir kişiye karşı minnet ve teşekkürle yaklaşmamız gerektiği için.
FECR 89/19. Ayette belirtildiği gibi “Haram Helal demeden mirası yemek” demek; İnsanın miras yoluyla sahip olduğu maldaki yetimlerin hakkını vermemesi, böylece başkalarına ait olanı da yemesi demektir. Bu durumda yetime hakkını vermemek, aslında onlara ulaştırılması gereken hakkı gasp etmek demektir. Günümüzde olduğu gibi Kur’an öncesi cahiliye döneminde Babası veya annesi ölen kimselere sadece erkek akrabaları vâris olurdu. Eli silah tutmuyor (düşmanla savaşmıyor) diye YETİM küçük çocuklara, kızlara ve kadınlara mirastan pay verilmezdi. Bu haksız uygulamadan dolayı babası ölen küçük çocuklar, kızlar ve eşi ölen kadınlar, mirastan pay alamadıkları için el açıp dilenme zorunluluğunda kalırlardı, tıpkı günümüzdeki gibi. Bilindiği kadarıyla hala günümüzde Özellikle doğu ve güneydoğu bölgesinde mesela Kişinin; 1 erkek ve 1 kız toplam 2 evladı olduğunda) iki kardeşe 3 milyonluk miras hakkından (kız çocuğu 1 milyon alacağı yerde) Ya bir bilezik veya birkaç altın verilerek miras hakkından kız kardeş vazgeçirilmektedirler.
SORU: NEDEN MEŞRU YÖNDEN BORÇLANMAYANLARA ZEKÂT VERİLMEZ?
CEVAP:
İslam devletinde meşru yönden kazanılmayan haram paradan zekât alınamayacağı gibi, meşru olmayan yollarla borçlanmış kimselere de zekât verilmez. MEŞRU OLMAYANLAR: Kadın, uyuşturucu, içki ticareti yapanlardan, gasp yoluyla ele geçirilenlerden. Her türlü kumar, şans oyunları veya tefecilikle kazananlar veya kaybedenlerden. Her türlü haram yollarla kazananlardan veya kaybedenlerden, faiz ile iştigal ederek faize bulaşanlardan! Bunlara zekât da verilmez, (bilindiklerinde mümkünü varsa) bunlardan zekât da alınmaz.
SORU: ZEKÂT NELERDEN VERİLİR?
CEVAP:
Birine nelerden zekât verilir diye sorduğunuz zaman, adam size nelerden zekât verilmeyecekleri anlatır. Öncelikle şunu iyi bilelim ki ZEKÂT KÂRDAN DEĞİL MALDAN VERİLİR. Birçok ayet gibi yukarıda da beyan ettiğimiz Zâriyat 51/19. ve Me’aric 70/24-25. Ayetleri incelendiğinde Allah’u alem; Zekâtın MALDAN verilebileceği de görülmüş oldu. Çünkü herhangi bir şey senin MALIN olduysa, işte onun zekâtı da vardır. Eğer daha sonraları o mal gelir getiriyorsa, bu sefer gelirinden zekât vermek gerekir.
Sebe 34/39. Ayette; وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ ‘‘(Siz Allah için) Her neyi infak ederseniz, O (Allah), yerine hemen bir başkasını verir.” Allah’a inandığımız kadar güvenmiyorsak, güvendiğimiz kadar inanıyoruz demektir. Haşa! Hiç güvenmiyorsak hiç inanmıyoruz demektir. Dolayısıyla Allah’a güvendiğimiz kadar iman etmemiz gerekir. Çünkü Allah bize yenisini vereceğini buyurmaktadır.
Konunun en başında beyan ettiğimiz gibi; 40’tan 1 çıkarsa rasyonel matematiğe göre 39 kalır, matematik için bu doğrudur. Ancak Kur’an’ın beyan ettiği iman matematiğine göre 40 eksi 1 = 39 etmez en az 41 eder, hatta 400 eder. Verilen malın artışı, budanan çubuğun üzümündeki artışa benzer ve buna “BEREKET” adı verilir. Çünkü Servet mülkiyet değil emanet olduğu için Allah bize garanti vermiştir.
Esasında mallarından zekât verenler babasının hayrına veriyor değillerdir. Sadece borçlarını vermiş oluyorlar. Zekâtı verilmediği zaman başkalarının hakkını yemiş olurlar. Dolayısıyla İnsanın elinde bulunan paralar veya mallarda başkasının da hakkı olduğu için Zekâtı verilmediği zaman o mal sahibine haram olmuş olur. ZEKÂTI verilmiş mallar ise; haramlardan arındırılarak temizlenmiş olur. Zaten dikkat edilirse zekâtın bir adı da TEZKİYE demektir, Yani ‘‘Malların (haramlardan) arınması” demektir.
Rum 30/39. Ayette; وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ “Sizden kim Allah rızasını umarak (isteyerek) zekâtını verirse bilsin ki onlar (sevaplarını ve) MALLARINI KAT KAT ARTIRANLARDIR.” Zekât malı hem arındırır hem sevap kazandırır ve hem de katlayarak artmasını sağlar.
Ali İmran 3/133. Ayette: “(Ey insanlar!) Rabbinizin bağışlamasına ve muttakiler için hazırlanmış (olacak), genişliği de gökler ile yerin genişliği kadar olan Cenneti kazanmak için koşun” buyurulmaktadır. Ayette de ifade edildiği gibi Cennet, Muttakiler için hazırlanmıştır. Peki, Muttakiler kimlerdir diye sorulacak olursa, hemen ardından gelen Ali İmran 3/134. Ayet cevabını şöyle verir: “Onlar (muttakiler, Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşayan kimseler), bollukta ve darlıkta (Allah için) İNFAK edip (harcarlar), öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanların hatalarını bağışlarlar. Zira Allah iyilik eden(Muhsin)leri sever.” Doğrusu Darlıkta veremeyenler, varlıkta hiç veremezler.
Takva ehli kardeşlerimiz hariç, günümüz insanlarının büyük çoğunluğu eline fazla servet geçince onu zekât ve infakla diriltip çoğaltmayı düşünmezler. Oysa “Diri servet” sahibini sırtında taşır, “Ölü serveti de” sahibi sırtında taşır. Esas olan insanın sadece bolluk günlerinde değil, kendisinin de zorda kaldığı dar bir gününde yakınındaki bir yetimi yahut bir fakiri yahut ta açlıktan karnı toprağa yapışmış, toprakta sürünen hiçbir şeyi olmayan bir miskini (yoksulu) yedirip içirmesi, ilgilenmesi, görüp gözetebilmesidir. Ancak bu gözetebilmeyi mallarına ait olanlar değil, mallarının kölesi olanlar değil, mallarını sırtına alanlar değil, mallarının sırtına binip Allah’ın emri istikametine yol alanlar ve bu yolda infak edenler yapabilir.
İKİ AYETLE KONUMUZU BİTİRELİM İNŞAALLAH:
Tevbe 9/34 ve 35. Ayetlerde: “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! O gün cehennem ateşinde bunların üzeri kızdırılıp pul pul dökülür; bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır ve (onlara denilir ki): İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığdığınız şeylerin (azabını) tadınız.”
Âl-i İmrân 3/180. Ayette: “Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiklerini infak etmekte cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırdır; tersine bu onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.’’ ٱلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ ٱللَّٰهِ – فِي أَمَانِ اللهِ
Şahin ÖZDAŞ