EtkinlikVideolar

İlkav’ın Organize Ettiği “Mekke’nin İnşasından Medine’nin İhyasına Paneli Gerçekleştirildi” (VİDEO-HABER)

İLKAV alternatif eğitim faaliyetleri kapsamında,  İLKAV konferans salonunda Peygamberimizin mücadelesini, misyonunu doğru anlamak adına her yıl nisan ayında gerçekleştirildiği gibi bir panel düzenlendi. “Mekke’nin İnşasından Medine’nin İhyasına” ‘ konu başlıklı panelin yöneticiliğini Ömer Karakaş yaptı. Panelin konuşmacıları Gümüşhane Üniversitesi Rektör Yrd.Prof.Dr.Celalettin Vatandaş, Maruf Yayınları Koordinatörü Ahmet Turgut Ulucak ve İLKAV Başkanı Yazar Mehmet Pamak’tı.

 

Panel Emrullah Ayan’ın okuduğu Fetih Suresi 27-29 ayetlerin okunması ve Meali ile başladı. Panel yöneticisi Ömer Karakaşaçılış konuşmasında vakıf faaliyetleri ve konuşmacılar hakkında kısa bilgi verdikten sonra, İslami hareketlerin fıkhını oluşturamama sebeplerinden en önemlisinin, Kuranı siyer eşliğinde okumamak olduğunu, Mekke ve Medine dönemlerinin günümüzle irtibatlandırılmasında hatalara düşüldüğünden bahisle konuşmacılara bugünün Mekke, Medine dönemlerinden hangisine tekabül ettiği sorusunu yöneltti. Karakaş nebevi yöntemin tekrar Müslümanların gündemine alınması gerektiğine değinirken, Mekke’si olmayanın Medine’sinin bir hayal olacağını, siyer okumalarının Kuran eşliğinde yeniden ele alınması gerektiğini vurguladı.

 

İlk konuşmacı Prof.Dr. Celalettin Vatandaş günümüz için Medine Döneminden bahsedilemeyeceğinin açık olduğunu, ancak “Mekke dönemindeyiz o zaman” demenin de doğru olamayacağını ifade ederek sözlerine başladı. Mekke’de resul ve sahabe ortamından da uzak koşullar içinde olan günümüz Müslümanlarının zihniyet ve pratik olarak cahiliyeye karşı duruşlarının Mekke dönemindeki gibi olmadığını vurguladı. Coğrafi olarak değil ama fiili olarak iman yurdu, ahlak yurdu haline gelen Mekke’nin nasıl inşa olduğunu ilk inen ayetlerden görebiliyoruz diyerek sözlerini sürdüren konuşmacı, iman ve ahlakın beden bulduğu peygambere gelen itirazların genelde vahiy konusunda olurken, eminliği ahlakı veya yanında bulunan sahabelerinin filleri konusunda olmadığına dikkat çeken Vatandaş, bugünkü Müslümanların daha o nitelikleri gösteremediğini belirtti. Konuşmasında bugünkü adaletsiz dünyadan somut verilerde veren konuşmacı tüm bu sorunlara Müslümanlar olarak bizlerin fertten topluma cevap oluşturacak örneklikler sunmamız gerektiğinin altını çizdi.

 

İkinci konuşmacı Ahmet Turgut Ulucak günümüz için moto mot bir benzetmenin hatalı olacağını benzeyen ve benzemeyen taraflarının olduğundan bahisle tevhid ve şirk mücadelesinin sürdüğünü dile getirdi. Durumumuza düzgün teşhis koyarsak tedavisinin de  doğru olacağını, bugünkü gibi kendini İslam’a nispet eden ama pratiğini göstermeyen insan tipinin Mekke döneminde bulunmadığını, ancak bugünün şirk anlayışının Mekke toplumunda da benzerlik gösterdiğini dile getirerek ,bunların toplumun mele mütreflerinin vahye karşı durduğunu, otorite, sermaye, sömürü ,Allah’ın hayata müdahil olmadığı şirk mantığının hakim olduğu anlayışı olarak örnekler verilebileceğini ifade etti.

 

Son konuşmacı Mehmet Pamak Medine toplumunun niteliği, Kuran nesli inşa sorumluluğumuz, tevhidi istikamet, nebevi metod ve günümüz Müslümanlarının sistem içi mücadelede savrulma sebepleri ve kör şiddete savrulma yanlışlarına değindi. Kuranla büyük cihadın yapılması gerektiğini ifade eden Pamak, iktidar veya medeniyet eksenli bir İslam anlayışının yanlışlığına değinirken, Müslümanların tevhidi davet ve mücadelesinin sadece Allah a kulluk eksenli bir hayat tasavvuru mümkün olabileceğine değindi. İktidar ve rant mücadelesinin bir parçası gibi gözüken Müslümanların hiçbir zaman mesajlarını, temsillerini tam yapamayacağını, muhataplarının önyargılı olacağından bahsetti. Toplumsal değişim, ıslah ve değişimin ancak Kuranı hakkıyla okuyup onun şahidliğini yapan örnek Müslüman neslin çoğalması ile mümkün olacağını, İslam’ın tepeden inmeci darbe ile veya silahla ya da sistem içi mücadele unsurları, demokrasi ile gelmesinin mümkün olmadığını, nitekim bu yollarla İslam’ın hakimiyetine ulaşılan bir örneği gösterilemeyeceğini ifade etti. Kuran metodu dışı yapılanmalar hiçbir zaman başarıya ulaşamaz. Allah’ın yardımı da gelmez. Çünkü hak edilmemiştir, diyerek sözlerini sürdüren konuşmacı, zihinsel hicret, cahiliyeden hicret ve mekânsal hicret kavramlarını açıkladı.

Pamak konuşmasının son bölümünde Medine vesikasına değinerek, bu belgenin asli hüviyetinden saptırılarak, günümüz konjonktürüne uygun yorumlanmak istendiğini, istismar edilmemesi gerektiğini ayrıntılı biçimde açıkladı.

Büyük bir katılımla gerçekleşen panel soru cevap kısmı, kitapların imzalanmasının ardından çay ve simit ikramı ile son buldu.

Konuşmacıların tebliğleri aşağıda sunulmuştur.

 

Celalettin Vatandaş’ın Tebliği:

 

SON VAHYİN ÖRNEKLİĞİNDE HAKİKATİ EGEMEN KILMANIN İLAHİ YÖNTEMİ

Resulullah, risâlet öncesi hayatında kişilik ve karakteriyle, ahlak ve hayat tarzıyla önemli ve değerli bir şahsiyetti. Çevresindeki insanlar için doğru, güzel, ahlaklı, adaletli işlerde ve durumlarda örnek olabilecek nitelikteydi; ancak elbette ki tüm insanlık için rahmetlere vesile olacak, insanlığın zirve şahsiyeti olmasını sağlayacak mükemmellikte değildi; en azından hakikati bilme konusunda çevresindeki bazı insanlardan daha önde değildi; yaratılışın amacı, bireysel ve toplumsal hayatın temel ilkeleri ile ilgili konularda hakikati ve hakikatin gereklerini O da bilmiyordu. Bir kul olarak O’nun da bunları bilmeye ihtiyacı vardı. Takip eden dönemde, risalet sürecinde gerçekleşen de bundan başkası olmadı; kendisine vahyolunan ilahi hakikatler yaratılış amacına uygun kişilik ve karakter inşasına önce elçisinden başladı; O’nu her haliyle en mükemmel bir şahsiyete dönüştürdü; O’nun şahsında insanlığın zirvesini inşa etti.

Hz Muhammed (s) hidayet rehberi ve hakikat elçisi olarak görevlendirildiğini öğrendiği zaman görevi kapsamında ne yapacağını bilmiyordu. Zira kendisine tevdi edilen görevin mahiyetini ve gereklerini bilmiyordu. Elçilik görevini başlatan ise Müddesir süresinin ilk yedi ayeti oldu. Bu ayetlerden ve Hıra mağarasında vahyolunan ayetlerden hareketle tevhit hakikatinin bazı temel özelliklerinden haberdar oldu.  İlahi görevinin esasının, hemen hemen tüm insanların bir şekilde haberdar olduğu ve inandığı her şeyin yaratanı Allah’ı her türlü yanlış anlayış, inanç ve düşüncelerden tenzih etmek ve insanları bunun gereklerine göre bir hayat tarzına davetten ibaret olduğunu öğrendi.  Kendisine, görevinin ilk gününde, yanlış inanç ve düşüncelerle bulandırılıp, hakikati bilinmez hale getirilmiş olan Rab sıfatı bağlamında Allah’ı her türlü yanlıştan ve batıldan tenzih ederek görevine başlaması gerektiği bildirildi: ” Ey (korku ve endişe) elbisesine bürünen! Kalk ve uyar. Rabbini (tüm eksiklik ve yanlış anlayışlardan tenzih edip) yücelt.” (Müddesir:1-3)

Görevi zordu, insanlara hakikati sunma ve hidayete sevk etme yolculuğu zorluklarla doluydu. Bu kendisine daha ilk günde bildirildi: “Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz indireceğiz .” (Müzzemmil: 5). Rab sıfatını aslına tevdi edip her türlü yanlıştan tenzih etmesi ilahi görevin ilk adımını, buna uygun bir kul olmak da ikinci adımını oluşturuyordu. Resulüllah, insanları her türlü ahlaksızlıktan, fuhşiyattan, ricsten, yalandan, kötü sözden, yüz kızartıcı tüm davranışlardan uzak durmaya davet etmeli fakat davetini öncelikle kendi şahsında gerçekleştirip, davet ettiğine uygun bir kişilik, karakter ve hayat tarzının sahibi olmak zorundaydı.

Resulullah’ın işi insanlarla ilgiliydi; insanlara inançta ve hayat tarzında rehberlik yapacaktı. Öyle ise insan gerçeğinin ne olduğunu bilmesi özel bir önem ifade etmekteydi. Ancak böylelikle insanın yaratılış amacını ve yaratılış amacına uygun olabilmenin şartlarını doğru anlayıp, gereklerini doğru uygulayabilirdi. Bunları ise yine vahiyle öğrendi. Risaletin ilk günleri denecek kadar erken bir dönemde vahyolunan küçük bir sûrede bütün bunlar mükemmel bir üslup ve formülasyonla bildirildi: ” Asr’a yemin ederim ki! İnsan hüsran içindedir. Ancak, iman edip, iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisna”  (Asr:1-3). Bu ayetler, yaratılış amacını bilmek ve gereklerini yerine getirmek konusunda özel bir çaba sarf etmeyen; yanlışlarla, batıl inanç ve kabullerle, haksızlıklarla, kötülüklerle, ahlaksızlıklarla… dolu mevcut bireysel veya toplumsal durumu sürdüren ve sürdürme eğilimi içerisinde olanların hüsranı hak ettikleri bildirildiği gibi, dünya ve ahiret esenliğine ulaşmanın yolu ve yöntemi de bildirildi.  Hüsrana uğramamak, dünya ve ahiret esenliğine erişebilmek için hakikate iman etmek, bu iman ilkeleriyle uyumlu iyi işler yapmak, bilgili ve bilinçli bir şekilde iyiliğin temsilciliğini yapıp her türlü kötü ve yanlış durumlara karşı dirençli olmak gerektiği bildirildi. 

Resulullah, görevini yerine getirirken, görevinin yol açtığı zorlukların üstesinden gelmek için çaba sarf ederken kime güveneceğini, kimlerin kendisine gerçek dost olduğunu bilmeliydi. Yoksa yanlış kişi veya kişileri dost edinerek hem görevini yürütemez ve hem de insanlara hidayet rehberi olmak yerine, yanlış bir gidişata sahip hale gelerek bizzat kendisi de yoldan çıkmış olurdu.  İlahi görevi bulunan bir elçi olmasının yanı sıra müminlerin de ilki olarak Resulullah’a gerçek dostun ve sığınağın kim olduğu birçok ayetle tekrar tekrar bildirildi: “…gerçek dost yalnız Allah’tır…” (Şura, 42:9), “Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi!” (Ankebut, 29:41),” Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.” (Yunus, 10:62) Diğer bazı ayetlerde ise meleklerin de Resulullah’ın ve müminlerin dostu oldukları; müminlerin melekler tarafından desteklendikleri bildirildi: “Şüphesiz, ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaat olunan cennetle sevinin! Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır’ derler.”(Fussilet::30,31)   Ve bütün bunların yanı sıra müminlerin dostları diğer müminlerdi; ancak bunlar kendilerini mümin veya Müslüman olarak nitelemekle yetinen kimseler değil; mümin veya Müslüman oluşlarının gereklerine göre olan kimselerdir: Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. Allah onlara rahmet edecektir. (Tevbe, 9/71).

Resulullah için insanlara neyi sunacağı ne kadar önemliyse, nasıl sunacağı da en az o kadar önemliydi. Zira tecrübeyle sabittir ki, doğrular sırf doğru oldukları için kabul edilmezler. Doğruların kabul edilmesi için aynı zamanda doğru tarzda sunulmaları gerekir. Sunuştaki yöntemin doğru olup olmaması o kadar önemlidir ki, doğru yöntemle sunulan şey yanlış bile olsa kabul edilebilir ama yanlış yöntemle sunulan şey doğru bile olsa kolaylıkla reddedilebilir. Bu nedenle İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum (Yusuf, 12:108), Ey insanlar! Ben sizler için apaçık uyarıcıyım (Hac, 22:49) demesi ve kötülüğü en güzel bir tutumla savması (Müminûn, 23:96) istenen Resulullah, risâlet sürecinin ilk günlerinden itibaren İslâm davetinin yöntemi konusunda titizlikle bilgilendirilip, yetiştirildi. Özellikle de ilk ayetlerde, yönteme ilişkin bilgi ve açıklamalar hiç eksik olmadı. Şunlar, risâlet sürecinin ilk zamanlarında vahyolunan ayetlerden seçilmiş bazı örneklerdir:

Müşriklerin sözlerine katlan, onlardan güzellikle ayrıl (Müzzemmil, 73:10).

Sen onlara aldırış bile etme, güzel bir bağışlama ile bağışla. (Hicr, 15:85).

Şimdi sen, onlardan yüz çevir ve ‘size selâm olsun’ de (Zuhruf, 43:89).

Boş kaldın mı hemen başka bir işe koyul! Yalnız Rabbine yönelip, güven (İnşiraf, 94:7,8).

‘Ben, peygamberlik görevime karşılık sizden bir ücret istemiyorum’ de (En’am, 6:90).

Kalpleri azim ve kararlılıkla doldurulmuş olan bütün peygamberler gibi, her türlü sıkıntı ve zorluklara karşı sabırlı ve dirençli ol. Zorluklara katlan; onlar için azabın çarçabuk getirilmesini isteme (Ahkaf, 46:35).

Sen onların söyledikleri her şeye, sabırla katlanıp vazifene devam et (Sad, 38:17).

Kur’an’ı yalan sayanı bana bırak. Kendini üzme (Kalem, 68:44).

Sakın kafirlere arka çıkma (Kasas, 28:86).

Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın (Fussilat, 41:36).

Bir görüş belirttiğinizde, yakın akrabanıza karşı olsa da, adaletli olun (En’am, 6:153).

Kötü arzularına uymuş, işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme (Kehf, 18:28).

O zalimler topluluğu ile oturma (En’am, 6:68).

Müminlere karşı alçak gönüllü ol (Hicr, 15:88).

Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam dua edenlerle birlikte candan sebat et! Dünya hayatının süsünü isteyerek, yüzünü onlardan çevirme (Kehf, 18:28).

De ki: ‘Ben olduğundan başka görünenlerden değilim!’ (Sâd, 38:86).

Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona yalvaranları huzurundan kovma!… Onları kovup, zalimlerden olma! (En’am, 6:52).

Bil ki Allah’ın vaadi gerçektir. Buna inanmayanlar sakın seni gevşekliğe sevk etmesin (Rûm, 30:60).

Dünya malına göz dikme (Hicr, 15:88).

Resulüm sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir (Araf, 7:199).

Muhtaç olanı, el açıp isteyeni sakın azarlama (Duhâ, 93:10).

Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir (Zariyat, 51:55).

Kur’an’la öğüt ver (Kaf, 50:45).

Bütün bunlar davetin seyrini belirleyen; karşılaşılan zorlukları aşmanın, daveti ileri bir aşamaya taşımanın yol ve yöntemini bildiren ayetlerdi. Benzerleri çokça bulunabilecek bu ayetler içerisinde özellikle bir tanesi vardı ki onun davet sürecinde özel bir yeri olacaktır. Davetin erken bir döneminde vahyolunan bu ayet, Resulüllah’ı İslâm davetini gerçekleştirme yöntemiyle ilgili olarak bilgilendiren ayetlerden birisi ve belki de en önemlilerindendir. Ayet şöyledir: Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel tarzda mücadele et (Nahl, 1/125). Ayette, üç temel özelliğe değinilmiş ve İslâm davetinin bu özelliklere dayanması gerektiğini bildirilmiştir. Bunlar hikmet, güzel öğüt ve en güzel tarzda mücadeledir.  Bunları bilmeden davet görevini uygun şekilde yerine getirmenin mümkün olmadığı açıklanmıştır.

 

Ahmet Turgut Ulucak ın Tebliği:

 

GÜNÜMÜZ ŞARTLARININ RESUL(AS) DÖNEMİNİN MEKKE’Sİ İLE KARŞILAŞTIRMASI

Resullullah’ın gönderildiği toplumun tamamına yakını müşriklerden oluşuyor idi. Günümüz insanının büyük çoğunluğu kendini İslam’a nispet etmesine rağmen ehlikitap özellikleri gibi bir din anlayışına sahip özellikleri barındırıyor. Hayatın içeriğinde cahiliye özellikleri her alanda kendini gösterdiği gibi, modern cahiliye tanımlaması makul bir tanım olsa gerekir. Günümüz toplumunun en büyük açmazı göreceli İslam’ın rituelleri ile Müslüman olma iddiası taşırken, kitabı arkaya atan bir tutum ve davranış sergilemektedir. Vahyin belirleyici olmadığı her zaman ve mekânda bu tür tutarsızlıklar kaçınılmaz olacaktır. Yönetim erki Allah’ın hükümlerini icra etmek bir yana laik bir sistemin muhafazakâr toplum oluşturması ve sistemin bekasının kendini İslam’a nispet edenler tarafından icra edilmesi olayın vehametini göstermektedir.

 

Müslümanların sistemden bağımsız özgün bir muhalefet alanı oluşturması, gücü nispetinde öncelikli olarak kalbi ve düşünsel ayrışmayı gerçekleştirmesi gerekmektedir.

Coğrafyanın şartları ve Müslümanların kendi değer yargıları içinde, bağımsız şahsiyetlerden oluşan kadro oluşumuna öncelik vermelidir. Burada en önemli unsur kadro elemanının bu davaya kendini adayan, ahlaklı düşünce üreten ve topluma insanlığa yön çizebilecek muttaki şahsiyetlerden oluşması gereğinin bilince dönüşmesi olmalıdır.

 

Mekke döneminde yoğun olarak Allaha güven, ahiret bilinci resule itaat ve ittiba, şirk otoritesine karşı tavizsiz duruş öne çıkmaktadır. Gücü elinde bulunduranların ayartıcı teklif veya baskıcı tehditlerine karşı ilkeli ve izzetli bir duruş ve tavır gerekmektedir.

Kuran neslinin oluşması için Kuran’ın hayatın her alanında belirleyici olması gereği kadronun önceliği olması gerektiği gibi, kendi neslinin oluşturmada uzun soluklu, disiplinli ve planlı bir projesi olmalıdır.

 

Mücadele ve duruşta davet merkezli bir anlayış belirleyici olmalıdır. Furkan suresi risaletin 6. Yılında nazil olan bir süre özelliği ile birlikte özellikle 52 ayette kuran ile cihadın beyan edilmesi konunun önemini hatta yöntemini ortaya çıkarmaktadır. Hiç bir resul kavmini baskı ve güce, tehdit ve korku ile muhatap kılmamıştır. Korku olarak öne çıkan unsur ahiret azabı ve haddi aşmalarının neticesinde kendilerini bekleyen tehdidi ve hüsranı hatırlatmak olmuştur.

Tevhid bir bütündür parçalanamaz.

Bir kısım kabile temsilcileri Resulullah (as) biz senin getirdiğin dine gireriz ama zekat vermeyiz demişlerdi.

Bugün bu anlayışın farklı boyutlarını yaşıyoruz. Pazarlık yaparak dine girmek veya dinde kaldığını zan etmek.

İslam zerreden küreye hükmeden dinin adıdır. Bugün kitleleri arkasında sürükleyen birçok parti ve grup bu anlayış ile düzen oluşturuyorlar.

Batıda yaşayanların geleneksel Müslüman tebaaları AKP’ye evrilirken, doğuda yaşayan Müslüman tebaaları ise HDP’ye evrildiler. (İstisna olanlar azda olsa konu dışıdır. )

Tevhidin sosyal ve siyasal boyutu maalesef gündeme getirilmeyen ve tabi olmakta en çok zorlanan, hatta iptal edilen alan olmuştur.

Çoğu grup ve insan rahatının ve çıkarının bozulmasını istemiyor.

Sahi siz şirk deyince sadece Mekke müşrikleri ve onların sahte ilahlara tapmasını akla geliyor.

Asr-ı Saadet’te kuranın vahyine tanıklık eden güzide insanlara baktığımızda, onlar için Allah’ın vahyettiği Kuran’a iman etmek, O’ndan beslenmek demek; tartışma vesilesi ya da kendi hevalarına göre Kuran’ın ayetlerini konuşturmak değil, Kuran’ın ayetlerine uygun yaşamlarını sürdürmek olmuştu. Sahabe için Kuran genel kültür bilgisi ya da tartışmalarında bir gerekçe değil iman edip cahiliyeye ait olan tüm olumsuzluklardan sıyrılıp yaşamın hidayet kaynağı ve hayatlarını mutlak anlamda şekillendiren amildir. Müslümanların Kuran’ı okumak ve anlamak gayretinden kendilerini soyutlaması kendi önlerine çektikleri setlerden birisi olmuştur. Neml suresi 92: Ve Kur’ân’ı okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: “Ben sadece uyarıcılardanım.”

Âl-i İmrân, 19. Ayet: Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.

Sistem içi araçların kullanımı noktasında mümin şahsiyet şirk sistemi içinde hükmetme merci olan, yargı, yasama yürütme alanlarında hiç bir şekli ile bu tür yerlerde bulunamaz.

Teşri ile alakalı olmayan alanlarda bulunması ruhsat çerçevesinde görülebilir.

İslami hareketin Önder şahsiyetleri reddetmiş olduğu devletin en basit kademelerinde dahi olmaması izzetli ve ilkeli duruşu açısından ciddi öneme haizdir.

İşyeri için ruhsat ve yaşadığı toplumda ticaret yapabilmesi açısından vergiye tabi olabilir.

Diyanet kurumlarında imam ve yönetici konumunda bulunması bir tercih olmamalıdır.

Seküler anlayışın, kendi prototipinde insan yetiştirme düşüncesi tarih boyu süregelmiştir. Allah’ı bir kabul etmekle beraber yeryüzüne müdahale etmesini kabul etmeyen bir inanca sahiptir. Allah’ın yasalarına muhalif olan insanların ürettiği düşünce ve yaşam biçimi, içinde Müslümanların çıkmaz içerisinde bırakılması yönünde bir çabadır. Halkı Müslüman olan toplumlarda laik sistemi kabul edip onu yaşamın temel düşüncesi haline getirmeye çalışan elit zümre, Müslüman bireylerin olduğu mekânlarda ve zeminde sürekli kendilerinin de Müslüman olduğuna vurgu yapmaktadır. Hatta İslam’ın bunu istediğini ve asıl Müslüman olanların kendileri olduğu tezi ile kendilerini meşrulaştırma düşüncesi ve dayatması içine girdiklerine de tanık oluruz.

Yakın tarih incelendiğinde, istiklal mahkemelerinde laiklik ve düşünce biçimlerini kabul etmeyen birçok Müslümanın darağacında asıldığını ve hala gereği gibi bunların gün yüzüne çıkarılamadığını görürüz. Bu gerçek, büyük bir zulüm ve jakoben dayatmanın Müslüman toplumda neler yaşattığına tanıklık etme açısından bilinmesi gerekir.

Doğuştan Allah’ı tanımaya ve onun hükümlerine boyun eğmeye uygun yaratılan insanın, yaşadığı süreç içinde baskıcı dayatmalar ve entrikalar ile hayat bağlarının koparılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Kendi hegomanyalarını kurabilmek ve sürdürebilmek adına despot düşünceye sahip olanlar tarafından, sürekli baskı ve dejenere ile İslami kimliğinden koparılmaya gayret edilmektedir. Buna tabi olmayanlara karşı ise tecrit, hapis ve tehdit gibi birçok baskıcı müdahalelerde bulunulmaktadır. Hayatını erdemli yaşamaya çalışan insanlara engel olmak istenmektedir. Allah dahi kulunun üstünde baskıcı değilken, bugün varlıklarını sürdürme ve dayatma adına gayrı İslami oluşumların -özelde laik düşüncenin- baskıcı olmaya çalışması Müslümanları hatta insanları tek tipleştirmesi kabul edilebilecek bir durum değildir.

Özellikle İslami hareket iddiasını taşıyanların, yeryüzünde nesli ve ekini fesada uğratmaya çalışanlara karşı çıkmaları sadece toplumsal insani bir görev değildir. Bunun ötesinde Müslüman olanlara Allah’ın yüklediği bir sorumluluktur. Müslüman birey ve toplumların bu anlamda sorumluluklarını kuşanmaları ve mevcut statükoya karşı İslami duruşlarını hiçbir baskıya ve çözülmeye meydan vermeden sürdürmeleri gerekir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir




Enter Captcha Here :

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Başa dön tuşu