Etkinlik

“Tevhidi Uyanış Süreci Öncülerini Allah’a Şikayet Ediyorum”

İLKAV Başkanı Mehmet Pamak 04. 04. 2014 Cuma konferansında gündemi değerlendirdi: “Tevhidi uyanış süreci öncüleri, daha fazla vakit geçmeden ve geri dönülmez noktalara gelmeden, kendilerini, tutumlarını, tercihlerini ve hallerini vahyin ışığında ve ilk neslin mücadele sünneti çerçevesinde sorgulamalı ve yaptıkları büyük yanlışların farkına varıp tevbe etmelidirler.

Mehmet Pamak, seçim öncesi ve sonrası gelişmeleri ve Müslümanların tutumlarını değerlendiridği ve ne yapılması gerektiği konusunda özetle şunları söyledi:

“Uzun süredir yaşanan AKP-Gülen çatışması ve seçim sürecinde İslami tevhidi uyanış süreci ciddi zaaflar yaşamış, davetin muhataplarına örneklik teşkil edecek, vahyin şahidliğini yapacak, kurtuluş istikametini gösterecek bir sorumluluk dirayet ve iradesi ortaya koyamamıştır.

Seçim sonuçları bakımından, daha uzak tehlike olan Rum ordusu karşısında daha yakın tehlike olan Sasani ordusunun mağlup olmasına sahabinin sevinmesi misali, tam örtüşmese de, bizler de gerek Müslümanlar için gerekse davetimizin muhatabı halkımız için daha büyük ve daha şedit tehlike ve düşman olan TÜSİAD’çı işbirlikçi sermaye- CHP -MHP -Gülen ekibi, Emperyalist güçler ve darbecilerin ittifakının yenilmesine en fazla sevinebiliriz. Ama bu AKP’nin galibiyetinin İslam ve Müslümanlar için mutlak anlamda hayırlı olacağı zannıyla değil, daha zalim olan karşı tarafın mağlubiyeti sebebiyledir.

Bu sebeple, nasıl o gün Müslümanlar Sasanileri mağlup etmek için Rum ordusu saflarında yer almamış ya da her hangi bir destek verme çabası içine girmemişlerse, bizler de bugün, daha şedit düşmanları mağlub etmek için de olsa kendisi de laik ve kapitalist olan AKP saflarında yer alamayız ya da her hangi biçimde aktif destekçi bir konumda bulunamayız. Çünkü AKP’nin kazanmasının da, aynı zamanda ülke ve bölge Müslümanlarını laik demokratik kapitalist istikamette dönüştürme riski taşıdığını ve bunun için çaba sarf ettiğini ve maalesef tevhidi uyanış sürecinin de bu konuda çok zaaflı ve kırılgan olduğunu biliriz. Bu sebeple bizler AKP politikalarının bu tehlikelerine de dikkat çekmek, uyarılar yapmak ve tedbirler almakla mükellef bulunmaktayız.

Yine bazı kardeşlerimizin ifadesiyle Mümtehine suresi 8 ve 9. ayetlere göre tutum belirlesek de, birisinin görece daha barışçı, diğerinin ise bizimle dinimiz konusunda daha açık biçimde savaşan bir konumda olduğunu kabul etsek de, her iki tarafın da şirki, batıl olanı temsil ettiğinin bilincinde hareket etmeliyiz. Sonuçta Allah’ın hükmüne mugayir hüküm ihdas edip onunla hükmetmek konumunun, laikliğin İslam ile bağdaştığı inancının, kapitalist piyasa ekonomisini esas almış kimselerin “ekonominin dini imanı olamadığı” inancının, sahibini En’am suresindeki “İman edip de imanına zulüm (şirk) giydirme (bulaştırma)” konumuna getirmiyorsa, buradan ilan ediyorum bütün ilim sahiplerine sesleniyorum, eğer bu konum “imanına şirk bulaştırma” sayılmayacak ve bu konumdakileri “EY İMAN EDENLER İMAN EDİN” ayetinin muhatabı kılmayacaksa, bana bu konuma denk gelen bir tek somut örnek gösterin”.

Halkın kaderi üzerinde söz sahibi olması ve imtihan dünyasında kendisini özgürce gerçekleştirebilmesi ve bu anlamda iradesine konmak istenen ipoteklere rıza göstermemesini fıtri bir arayış olarak anlamlı buluruz. Bu bağlamda, tevhidi bilinçten yoksun ama kendisini İslam’a nispet eden kitlelerin bu daha zalim ittifaka değil de, zulümat içindeki gri tonlara doğru yönelmesini, fıtri bir özgürlük arayışı olarak nitelendirip, görece bir olumluluk olarak da değerlendiririz.

Son on yıldır ve en son da AKP-Gülen çatışması sürecinde tevhidi uyanış süreci gruplarının büyük çoğunluğu, aldıkları tutum bakımından iki uca savrulmuş bulunuyorlar;

1 – Birinci uç: AKP hükümetinin sistem içi değişim ve demokratikleşme politikalarıyla sağlanan görece özgürlükçü ortamı ve yıllarca özlemi duyulan kimi imkanlara kavuşulmuş olmasını, gasp edilmiş yüz birimlik haklarımızdan 10 biriminin iade edilmiş olmasını abartılı biçimde değerlendirerek, kapıldıkları maddi ve manevi duygusallıkların etkisinde kalıp AKP politikalarına eklemlenen ve o politikaların savunuculuğunu yaparak aktif destekçi konumunu içselleştirenler;

Bunlar da kendi aralarında ikiye ayrılıyor;

      a) İlki AKP ile tam anlamıyla bütünleşip demokrasiyi içselleştirenler ve AKP’ye taban ve kadro olanlar,

      b) Diğeri ise, bahsettiğimiz duygusallıkla, alternatifinin daha zalim olduğunu ifade ederek, kimi maslahatlar adına aktif destekçi konumuna gelip dolaylı eklemlenenler, ancak bunlar da giderek bu yanlış tercihin etkisi altında kirlenmekte, başka çare olmadığı kanaatine ulaşmakta, yaptıklarını meşru gösterebilme kompleksiyle İslami deliller bulma çabası göstererek zihinsel bir dönüşüm de yaşamaktadırlar ve bu yaptıklarını zamanla kanıksayarak daha ileri derecede savrulmalara sürüklenmektedirler,

2 – İkinci uç ise: Konumlarını ve düşüncelerini ölçüsüz bir AKP karşıtlığı üzerine oturtup, sırf bu yüzden İslam’ın ve Müslümanların en azılı düşmanlarıyla, liberal, sol çevrelerle ilkesiz biçimde AKP karşıtlığı üzerinden bir ittifak kuranlar. (Gezi ve 17 Aralık sonrası süreçte bu daha bariz biçimde ortaya çıkmış bulunuyor).

3 – Vasatta durup adil şahidlik yapanlar: Bu konumda çaba gösterenler çok azınlığı teşkil etmektedirler. İşte bu grupta yer bizler ise, elhamdülillah başından beri, Kur’an’ın belirlediği, Resulün önderliğindeki ilk Kur’an neslinin örnekliğini oluşturduğu çerçevede vasat bir çizgiyi sürdürmeye ve istikameti koruyarak adil şahidlik yapmaya hep özen gösterdik. Tevhidi ilkelerimizden ve İslami kimlik ve değerlerimizden taviz vermeyen özgün bir duruşu ortaya koymaya çaba sarf ettik.

– Daha zalim, işkenceci ve katil eski statükoya karşı açık bir mücadeleyi sürdürürken, yeni statükonun görece özgürlükçü ortamını, tevhidi bilinçten yoksun kitlelerin zulumatın koyu tonlarından kaçarken griliği aydınlık zannedip oraya yönelmesini de fıtri bir özgürlük arayışının sonucu olarak gördük. Halkın kaderi üzerinde söz sahibi olmasını engellemek amacıyla iradesine ipotek koymak isteyen Amerika’nın hem “eski bizim çocuklarının” hem de “yeni bizim çocuklarının” vesayetine karşı çıkışını görece olumluluk olarak değerlendirdik. Hatta AKP’nin bizi kapatmaya kalkıştığı süreçte bile, AKP’yi kapatarak halkın iradesine ipotek koymaya kalkanları protesto ettik.

– Halka örneklik teşkil etmesi, hal ve kal ile daveti taşıması gereken tevhidi kesimi ise, Nur’daki konumlarını ve istikametlerini korumaya çağırdık, bağımsız İslami kimlikli özgün ve kuşatıcı bir yapı oluşturmaya, görece olumluluğunu tespit ve teşvik etmekle beraber, sistem içi politikaya ve AKP’ye eklemlenmemeye, tam tersine hükümetin yanlışlarına, yolsuzluklarına, İslam’ı tahrif etme çabalarına, ülke ve bölge Müslümanlarını dönüştürme söylem ve eylemlerine de karşı çıkmaya çağırdık.

– Hükümete taraf olan bir yakınlaşmanın, onun tarafından yapılan bütün yanlışların faturasının İslam’a ve Müslümanlara kesilmesine vesile olacağı uyarısını yapıp, eklemlenmekten ve taraf olmaktan kaçınmaya çağırdık.

– Hükümetin ve Gülen grubunun içinde bulundukları batıl konumları ve adaletsizlikleri, yolsuzlukları ve sonuçta yıllarca birbirleriyle ilgili bu konulardaki tespitlerini abartarak ifşa etmeleri sonucunda, pisliklerini, kirli çamaşırlarını ortalığa saçmaları sonucunda bilmeyenler gözünde İslami alternatifin de kirlenip umut olmaktan çıkmaması için, bu iki tarafın da İslam’ı temsil etmediği, seküler, laik ve kapitalist oldukları gerçeğini ortaya koyarak, tek alternatifin İslam olduğu gerçeğini modelleştirip umut olarak insanlığa sunmaya çağırdık.

AKP- Gülen İktidarında ve Sonraki Çatışması Sürecinde Genel Olarak Müslümanlar İmtihanı Kaybettiler

Dershaneler tartışmasıyla başlayıp 17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla sürdürülen AKP-Gülen çatışması sürecinde, bir çok STK ya da Cemaat, grup, hiçbir ciddi eleştiri yöneltmeden, zulümatın hak-batıl karışımı gri tonlarından İslam’ı ve Müslümanları ayrıştıracak hiçbir vurguya yer vermeden, tam bir tarafgirlikle hükümete ve demokratikleşmeye sahip çıkıp meşru ilan eden bildiriler yayınlanmış, gazetelere tam sayfa ilanlar vermişlerdir. Topluma bağımsız İslami kimlikli bir var oluş, örneklik ve model sunulamamış, bu sebeple de hükümetin bütün yanlışlarının faturasının da İslam’a ve Müslümanlara kesilmesine sebep olunmuştur. İslami bir alternatifin ortaya çıkması ve insanlara sahici bir kurtuluş umudu ve adalet özlemlerine sahici bir cevap üretmek imkanı ağır darbe almış ve maalesef tam manasıyla sistem içi iktidara eklemlenilmiştir.”

Mehmet Pamak bu girişten sonra yaklaşık 10 ayrı grup, kanaat önderi ve “İslamcı aydın”dan ve ilahiyatçı akademisyenden, geçmişteki ve bugünkü yazdıklarından, söylediklerinden alıntılar yaparak ilmi ve düşünsel alandaki büyük çelişki ve istikrarsızlıklarına dikkat çekip, tevhidi ilkeler, kur’ani ölçüler ve Peygamberi örneklik çerçevesinde sorgulayarak, bu yanlış halleri sorgulamaya davet ederek, bu istikamet krizine, savrulmalara son verip tevhid akıdesi ortak paydasında kardeşleşerek insanlara umut olacak bağımsız Kur’an toplumunu birlikte inşa etmeye çağırdı.

Bu mantık, Abdulmuttalip mantığını çağrıştırmıyor mu?

Pamak, Gülen ve ekibinin on yıllardır Allah’ın dinini geleneksel ve modern hurafelerle sentez edip tahrif etme çabasına sesiz kalanların, bu ekip ancak AKP iktidarına ve onun vasıtasıyla elde ettikleri çıkarlarına da zarar vermeye kalkışınca büyük tepki vermelerini Abdulmuttalip mantığı olarak niteleyip şu şekilde açıkladı:

“Bildiğiniz üzere, Kabe’yi yıkmak üzere Mekke’ye doğru yola çıkan Ebrehe’nin ordusunun yoluna bir çok Arap kabilesi çıkıp Kabe’yi korumak adına can feda bir mücadele veriyor ve telef oluyorlar. Nihayet yolda önüne çıkan kabileleri kırarak Kabe önlerine gelen Fil ordusu komutanı Ebrehe, burada Abdulmuttalibin deve sürüsüne de el koyuyor. Abdulmuttalip bu kızgınlıkla Ebrehe’nin çadırına geliyor ve bu gasbın hesabını sorup develerini geri istiyor. Ebrehe ona hitaben, “ben senin ve Rabbinin Kabesini yıkmaya gelmişim, sen ise develerinin peşine düşmüşsün” diyerek onu aşağılıyor. Çünkü birçok müşrik Arap kabilesi yol boyu Kabe için can feda bir mücadeleyle ona engel olmaya çalışırken, Abdulmuttalip böyle bir mücadeleye girmediği gibi sadece develerini talep etmek üzere ona karşı çıkıyordu.

Abdulmuttalib’in cevabı siyerlerde hep çok yüceltilerek ve olumlu bir örnek olarak nakledildiği için, bu mantık sonraki Müslümanların da sürüklendiği bir mantık haline gelerek yaygın kabul gördü. Abdulmuttalibin cevabı şuydu: “Develer benim ben develerimi korurum, Kabe ise Allah’ın Allah Kabesini koruyacaktır.”

İşte bu mantık onun yanlış mantığıdır. Onun torunu Hz. Muhammed’in (s) mantığı ise, bizim örnek almamız gereken doğru ve vahye uygun mantıktır ki, o mantık ve tavır; Allah’ın, dinini ve değerlerini bizi kullanarak koruyacağı ve bu sebeple değerlerimiz uğrunda öncelikle bizim can ve malımızı feda ederek üzerimize düşen cihat sorumluluğumuzu yerine getirerek, “Allah’ın yardımı ne zaman” diyecek kadar sıkıntılara katlanıp, bedeller ödeyerek, zor şartlara ve darlıklara katlanarak Allah’ın vadetiği yardımını üzerimize celp edecek, onu hak edecek bir çaba ve gayret içinde olmamız ve ancak ondan sonra Allah’a havale etmemiz gerektiğini bize öğretiyordu. Üstelik taviz verilmeyecek, asla hoş görülmeyecek hususun Allah’ın dinine yönelik saldırı ve zarar verme, dini tahrif etme çabaları olduğunu, hoş görüp müsamaha ile karşılayabileceğimiz hususların ise, ancak şahsımıza, nefsimize, dünyevi hesaplarımıza, çıkarlarımıza verilecek zararlar alanı olması gerektiğini örnekliyordu.

Ancak nedense işimize öyle geldiği ve nefislerimizin hoşuna gittiği için olsa gerek, tarih boyu Abdulmuttalip mantığı ve tavrı yüceltilmiş ve çoğu Müslümanlar Allah yolunda fedakarlıktan ve bedel ödemekten uzak düşmüşlerdir. Bu sebeple bir çok Müslüman kendi nefislerine, yahut mal, menfaat ve ailelerine her hangi bir zarar geleceği endişesi söz konusu olduğunda son derece müsamahasız, saldırgan ve acımasız bir itiraz ve tepki gösterirken, bugün de imkanlar devşirdikleri AKP iktidarına ve çıkarlarına saldırı olunca ağır eleştiriler yaparken, Allah’ın dinine verilen zarar, tahrifat çabaları karşısında son derece müsamahakar, hoşgörülü ve tepkisiz bir konuma sürüklenmişlerdir. Adeta “can, mal, menfaat, iktidar, ikbal, çıkar, eş, çocuk vb. bana ait ben onları korurum, din ise Allah’ındır onu da Allah koruyacaktır” der gibi bir zillete savrulmuşlardır.

Gülen grubunun geleneksel ve modern cahiliye hurafeleriyle Allah’ın dinini tahrif etme çabasını, yaklaşık 30 yıldır ciddi hiç bir Kur’ani, ilmi eleştiriye tabi tutmayıp, onunla yakın olma çabası, hoş görünme gayreti içinde olanlar, hatta İslam’ı tahrif alanı olan Abant toplantılarına bile katılıp İslam ile demokrasiyi sentez etme çabalarına imza atarak katkı sunanlar, onu ve dini Protestanlaştırma çabalarını eleştirmek yerine yücelten, Allah tarafından özel görevli kabul eden Yahudileşme temayülleri içine girenler, bugün AKP iktidarına, devlet güvenliğine ve grup veya şahsi çıkarlarına saldırıp zarar verdiği için en ağır eleştirileri yapmakta, “paralel din” oluşturmakla suçlamakta, “sizi Allah’a şikayet ediyorum” çıkışları yapmaktadırlar.

BEN DE TEVHİDİ UYANIŞ SÜRECİ ÖNCÜLERİNİN ÇOĞUNLUĞUNU ALLAH’A ŞİKAYET EDİYORUM

İşte ben de, ilahiyatçı akademisyenleri, tevhidi uyanış süreci gruplarını ve öncülerini, kanaat önderlerini; Gülen ve ekibi, Allah’ın dinini tahrif ederken eleştirmeyip sustukları, hatta tam tersine övgüler yağdırıp destek verdikleri, “Allah tarafından seçilmiş özel görevli ilan ettikleri; kapitalizmle, laiklikle, demokrasiyle İslam’ı sentez etmeye yönelik Protestanlaşma amaçlı Abant toplantılarına ve dinler arası diyalog toplantılarına katılıp bir sürü akıdevi sapmaya sessiz kaldıkları, destek verdikleri için Allah’a şikayet ediyorum.

Yatığı tüm bu dini tahrif çabalarına karşı ilmi bir eleştiri yapmadıkları gibi övgüyle yücelttikleri Gülen ve ekibini, bugün sadece yandaş oldukları iktidara ve onun sağladığı kazanım ve çıkarlarına zarar vereceği endişesine kapılınca hutbede ağır eleştiriye tabi tutarak Allah’a şikayet eden, bildiri yayınlayan, gazetelere ilan veren bütün tevhidi uyanış süreci öncülerini Allah’a şikayet ediyorum.

Kabe’yi korumayı Allah’a bırakıp develerinin peşine düşmüş Abdülmuttalip mantığına sahip bir ilkesizlik ve çıkarcılık içinde oldukları için, bu bağlamda Allah’ın dinine verilen onca zarara “hoş görü” gösterip, sıra iktidar ve çıkarlarına zarar vermeye gelince büyük tepki verdikleri için,

Demokrasiyi İslam’ın içine katmaya çalıştıkları, önce şirk” dedikleri demokrasiye sonra “tevhid” deme ilkesizliğini ortaya koydukları, tevhidi uyanış süreci bakıyesi birikimi sistem içi politikalara eklemledikleri için,

İstikamet krizine grip, tevhidi ilkeleri ve duyarlılığı yaraladıkları, kafa karışıklığına yol açan sistem içi söylemlere kayarak İslami tevhidi mücadeleye zarar verdikleri, davetin muhataplarına vahyin şahidliğini yapacak yerde, onların zulumatın gri tonlarında kalmalarına yol açacak bir kafa karışıklığına yol açtıkları için Allah’a şikayet ediyorum.

Allah’ın apaçık ayetlerine ve Resulünün önderliğindeki ilk neslin şahidliğiyle ortaya konan modelimize rağmen, kavramlarımız olmadığını, siyasal modelimizin olmadığını, batıl kavram ve modelleri ödünç almamız gerektiğini, ehven-i şer’i tercih dışında başka çaremiz olmadığını söyleyerek çaresizlikler ürettikleri için,

Daha önce tevhid ve adalet dinin iki kanadı gibidir, birisi kırılırsa diğeri işlevsiz kalır, yani tevhidsiz adalet olmaz dedikleri halde, daha sonra AKP iktidarına meşruiyet kazandırmak amacıyla, “Adaletli devlet mü’min devlet olur. Kim yönetiyor olursa olsun, ister gayrimüslim, ister Müslim yönetsin. Allah adaleti emretmiştir, kim olursa olsun, yöneten ne ile yönetiyor olursa olsun, yönetenin ideolojisi, dini, inancı ne olursa olsun, o tali bir hadisedir” dedikleri için Allah’a şikayet ediyorum.

Liberal kapitalist ve laik AKP hükümetine ve “reel siyasete” meşruiyet kazandırma sürecinde, “her gayri İslami rejim tagut değildir”, akıde ve siyaset ayırımı yaparak, Kabe ile Anıtkabiri benzetecek kadar savrularak “Allah Rasûlü, Kâbe’ye doğru namaz kılarken Kâbe’nin içinde 360 tane put vardı, bunu unutmuyoruz”“Bazen insanın yüzü ile gönlü farklı yerlere döner. Gönlünüz dönmesin. Yani gönlünüz kıblesini biliyorsa mesele yok” diyerek Kabe’ye de, Resul’e (s) de batıl ve yakışıksız kıyaslar yapacak kadar şaşırdıkları için,

Tevhidi ilke ve ölçülerde vahdeti oluşturamadıkları halde, laik kapitalist AKP’ye eklemlenmekte, şirk anayasasına ve bu laik partiye oy vermeye çağırma konusunda kolayca uzlaşıp batıl bir konumda “vahdet” oluşturdukları ve sistem içi iktidara eklemlenme sebebiyle insanlara umut olacak bağımsız kimlikli İslami yapının oluşturulması sorumluluğunu terk ettikleri için Allah’a şikayet ediyorum.

Tevhidi uyanış süreci öncüleri, daha fazla vakit geçmeden ve geri dönülmez noktalara gelmeden, kendilerini, tutumlarını, tercihlerini ve hallerini vahyin ışığında ve ilk neslin mücadele sünneti çerçevesinde sorgulamalı ve yaptıkları büyük yanlışların farkına varıp tevbe etmelidirler.

Çıkar eksenli pragmatik tutum belirlemelerin yol açtığı yozlaşma ve çürümelerin farkına varmalı ve İslami mücadeleye verdikleri büyük zararı görüp bu yanlış duruş ve gidişten geri dönmelidirler.

İçine girdikleri fikri türbülansı fark edip yakalandıkları istikamet krizinden bir an önce çıkmalı ve emrolundukları gibi dosdoğru olmaya azmetmelidler.

AKP-Gülen çatışmasında, iki tarafı da, tevhidi akıdeye bu derece aykırı inanç, söylem ve amellerine, imanlarına şirk giydiren bunca münkere, fücura, kirliliğe bulaşmalarına rağmen hâlâ “mü’min kardeşlerimiz” olarak nitelemekten vazgeçip Allah’ın dinine zarar verenlere meşruiyet kazandırma ve bu sebeple de onların yaptığı bunca yanlışın, adaletsizliğin, ahlaksızlığın ve yolsuzluğun faturasının İslam’a ve Müslümanlara kesilmesine sebep olmak zulmünü terk etmelidirler.

S O N U Ç

Görece özgürlükçü AKP dönemi ve aynı paralelde esen bölgedeki değişim rüzgarı tevhidi kesim tarafından gereği gibi değerlendirilememiştir. Tevhidi istikamet korunarak yeni görece olumlu şartlar içinde daha iyi çalışarak ve vahdet sağlanarak ciddi projeler, atılımlar gerçekleştirilemedi. İleriye doğru hiç bir mesafe alınmadığı gibi her yerde geriye gidildi.

Halbuki, ülkedeki ve bölgedeki Müslüman aydınlar, yazarlar, siyasetçiler ve kanaat önderlerinin önemli bir kısmı, Kemalist, Baasçı, Arap ulusalcısı vb laik despotların hakimiyetindeki dönemde, Kur’an’ın kurtarıcı mesajını zulüm var diye açıkça ve yaygın biçimde gündemleştirememişlerdi. Sistem içi değişimle zulmün sistem içi çabalarla belli ölçüde geriletildiği bu görece özgürleşme sürecinde, eğer vahyin rehberliğiyle Peygamber (s) ve ilk neslin örnekliğini esas alan ilkeli bir duruşla tevhidi istikamet korunabilse ve Kur’an’i davet çok daha açık, tavizsiz bir biçimde gündemleştirilebilseydi, bu değişim İslami mücadelenin büyük bir hamle yaptığı, tevhidi davetin çok daha geniş kitlelere ulaştırıldığı bir dönem haline gelebilirdi.

Böyle bir rahatlama sürecinde Kur’an’ın mesajını çok daha ilkeli ve yürekli, çok daha açık ve tavizsiz bir içerik ve üslupla insanlara ulaştırma sorumluluklarını yerine getirmek için seferber olması gerekenler, maalesef yine uzak durdular. Daha çok sistem içi siyasete kapıldılar. Böyle olunca da, maalesef görece özgürleşme dönemi, bunu sağlayan sistem içi siyasi gelişmelere eklemlenmeye, çeşitli maslahatlar üretilerek onlara destekçi konumuna gelmeye ve istikametin sapmasına, taguti sistem içi gri tonlara doğru kaymalara yol açtı. Yani despotların yıkıldığı, vesayetçi yapıların tasfiye edildiği yeni görece daha özgürlükçü süreç, daha barışçı ortam, çok vurgu yapılan Hudeybiye sonrasında olduğu gibi Müslümanların Kur’an’a daveti çok daha rahat ve çok daha güçlü biçimde yaydıkları ve sonuçta da bu davete daha geniş katılımların yaşandığı bir süreç olmadı. Hatta tam tersi oldu, önceki daha zalim süreçte onca baskıya rağmen tevhidi duruşunu çok daha ilkeli biçimde gündemleştirebilen bu kesimler, bu görece daha rahat olan gri süreçte daha çok savruldular. Çünkü bu görece daha rahat ortamı kullanarak daha fazla hayra vesile olması gereken tevhidi uyanış süreci bakiyesi kesimler, çoğunlukla bu süreçte konumlarını ve istikametlerini koruyamadılar ve Kur’an’a davetlerine (sistem içi siyasete davet gibi) başka davetleri de karıştırdılar.

Üstelik bu süreçte çok daha kötü bir şey de yapıyorlar, eski daha zalim statükoyu tasfiye ederek oluşturulan yeni statükolara, bu görece özgürleşmeye vesile oldukları için, maddi ve manevi duygusallıklarla meyledip meşruiyet kazandırmaya da çalışıyorlar. Bu yüzden, tevhidi uyanış süreci kesimleri açısından yeni süreç, hak ile batılı karıştıran söylemlerin daha fazla yaygınlaştığı, İslam ile batıl modellerin uzlaştığı konusuna daha fazla vurgu ve batıl kavramlara daha fazla atıf yapılan bir süreç oldu.

İnşallah bu çatışma sonucundan Ümmet kazançlı çıkacaktır

Seçim sonrasında yorumlarına başlık olarak “Cemaat kaybetti ümmet kazandı” ifadesini seçenlerden farklı olarak ben de “bu sürecin sonucundan inşallah ümmet kazançlı çıkacaktır” diyorum. Bu bakımdan bu çatışma Allah’ın bir lütfu olmuştur. İkisi de laik demokrasi ve kapitalizmle İslam’ı sentez edip uzlaştırmayı hedefleyen ortakların koalisyonu devam etseydi, bu durum hem ülke hem de bölge Müslümanları ve İslami mücadele için çok daha tehlikeli bir potansiyelin sürmesi anlamına gelecekti. Birisi siyasi yönden seküler bir model oluşturarak ve medeniyetler arası ittifak çabalarıyla Müslüman halklar  ile emperyalist seküler Batı medeniyeti arasında uzlaştırmacı açılımlar içine girerek, ayrıca Mısır, Tunus, Filistin ve Suriye Müslümanlarını laik demokrasilere yönlendirerek, diğeri eğitim eksenli ve kültürel boyutlu ve dinler arası diyalogçu çalışmalarla, hatta bir de Abant çerçevesindeki uzlaşmacı, din tahrifini hedefleyen çabalarını bölgeye de yayarak, (Kahire, Ürdün’de yaptığı çalışmalarla, bir süredir de Afrika’ya açılarak) iki taraf ittifak ederek bu tehlikeyi yayıyorlardı. Tabii ki, aynı tahrif edici ve dönüştürücü hedefe ittifak halinde gidince daha büyük tehlikeliydiler. Oldukça etkili de oluyorlardı, çünkü birlikte olmaları tesir katsayılarını arttırıyordu.

Şimdi bu kavga sürecinde ortaya çıkanlar, hem ülkeye, hem de bölgeye özellikle Gülen grubunu çok iyi tanıtmış oldu ve uyanışa yol açtı. İster istemez diğerinin de bazı yönleri tartışılır oldu ve onun etkisinde kalanları da, inşallah bundan sonra daha fazla düşündürecektir. Ama maalesef Müslümanların zaafı yüzünden, insanlara bu iki taraftan kaçarken sığınacakları tevhidi bir alternatif sunulamıyor. Geçmişte de Erbakan ile Esat efendi kavgasında, bavullar dolusu paraların paylaşımı kavgası açığa çıkınca, MGV ve Hakyol vakıflarında olan gençlerden bir kısmı uyanıp tevhidi bilince ulaşmışlardır. Ancak bugün tevhidi uyanış süreci grupları ve öncüleri bağımsız İslami kimlikli bir yapı oluşturacak yerde AKP’ye eklemlenince, bugün arayış içine gireceklerin medyatik olmayan ve sesini geniş kesimlere ulaştırma imkanı bulunmayan bizler gibi az sayıda gruplara ulaşmak için epey çaba sarf etmeleri gerekecek maalesef.

Ama her halükarda bu çatışmayla bu birlikteliğin sona ermesi hem koalisyon halindeyken oluşan dönüştürme etkisini azaltarak hayra vesile olacak, hem de halkların bu yanlışları fark edip Hak olana yönelmesi bakımından. Hem de Gülen camiası ve AKP içindeki iyi niyetli insanların da belki uyanışına vesile olarak içine girdikleri yanlış yolu sorgulamalarına yol açabilecek bir fırsatı oluşturabilecektir.

İnşallah hidayet duasıyla birlikte artık AKP öncülerinin de uyanmalarını ve tevhidi bir kimliğe yönelmelerini dileyelim, ama bu mümkün olmuyorsa ki büyük ihtimal budur, hiç değilse Allah’ın dinini bundan sonra rahat bırakıp, İslam’ı ve Müslümanları laikleştirmeye, kapitalistleştirmeye, sekülerleştirmeye/ dünyevileştirmeye, ölçüsüz kazanma ve kapitalistçe tüketme hırsıyla yozlaştırmaya dair politikalarını terk edip, sadece yönettikleri halkın temel hak ve özgürlüklerinden gasp edilmiş olanları iade etmeye ve güvence altına almaya yoğunlaşıp, zulmetmemeye çalışmaları mümkün olur.

AKP hükümeti yetkilileri, bugüne kadar batıyla tuttukları işlerde nasıl iki yüzlülükle karşılaştıklarını, nasıl onların emperyalist emelleri için kullanıldıklarını ve kırmızı çizgilerine biraz aykırı düşünce nasıl kendilerini harcamaya kalkıştıklarını unutmayarak, Filistin’de, Suriye’de, Mısır’da mücadele eden halklara, emperyalist Batının seküler değerlerini, laik, demokratik, liberal kapitalist modelini empoze etmeye artık son versinler. İnsani ve fıtri erdem odur ki, bu halklara yapabildikleri kadar nötr yardımlarla yetinsinler. Onları kendi yanlış modelleri istikametinde dönüştürmeye çalışmasınlar ve kendi nefislerine zulmetme yanında bir de onların günahlarını üstlenmekten korksunlar. Artık batılı ya da doğulu emperyalistlere yandaş olmaya çalışmasınlar ve oyunlarına gelmesinler, projelerine alet olmasınlar.

İlk 2002 seçiminden önce nasıl önlerini kesmek için her oyuna başvurduklarını, ama halk desteğini onlara rağmen alınca da, nasıl bükemedikleri bileği öpen ve ondan sonra bölgeye yönelik dönüştürme politikalarına kendilerini alet eden bu zalim emperyalistleri artık tanısınlar ve yeni oyunlarını görsünler. Bu sefer yine büyük çaba gösterdikleri halde bir daha bükemedikleri bileği yine öpmek isteyeceklerdir. Bu iki yüzlülüğü bir daha yaparak, AKP hükümetine karşı tekrar yakınlaşma çabası içine girecekler, hatta bu uğurda artık işe yaramayacağına inanırlarsa Gülen’i de feda edebileceklerdir. Böylece, yine İsrail, ABD ve AB kuşatması altına alarak bölgeye yönelik emperyalist emelleri için bir daha kullanmak isteyeceklerdir.

Hiç değilse bu sefer hükümet aynı delikten bir daha ısırılmama ferasetini acaba gösterebilecek mi? Emin değilim. Çünkü daha önce de İsrail, Suriye ve Mısır konusunda önce birlikte gibi yapılıp sonra yalnız bırakılarak 3 defa aynı iki yüzlülüğe muhatap kılındığı halde aynı delikten ısırılmaya devam ettiler. İnşallah artık uyanıp aynı yanlış politikaları gütmezler. Şirk sistemi içinde hükümet olmaları bakımından, temsil ettikleri konum, kuşatılmışlık, sekülerizmi içselleştirmişlik sebebiyle ve kirlenmiş zihinleriyle, ülkede ve bölgede İslami bir politika üretmeleri mümkün olmadığına göre (biz de bu konumları ve şirk sistemi içindeki hükümet olmaları sebebiyle bunu kendilerinden beklemeyiz), ama hiç değilse fıtri insani değerler ve bölge halklarının yerli değerleri istikametinde görece daha bölgeye has yerli politikalar üretebilirler mi acaba? En azından bu konuşmamızın haberi ulaşır da kendilerini düşündürür diye ifade etmiş olalım.

Bizler her şeye rağmen, Kur’an’ın yolunu ve onun ilk şahidi Resulullah’ın mücadele sünnetini esas alarak, Mekke’deki onurlu ilk neslin örnekliğini günümüze taşımaya çalışalım. Vahyi hayatında sosyalleştirerek, cemaat planında şahidliğini yapacak, pratiğinde yaşamlaştırarak bu kurtarıcı mesajı insanlığa sunacak çağımızın Kur’an toplumunu, ümmet nüvesini oluşturalım. Bunun için bireysellikleri ve küçük öbekleri aşarak, hiç değilse dayatılmış sınırlar içinde çağımızın Kur’an toplumunu oluşturalım. Sonra da diğer bölgelerdeki Kur’an toplumlarıyla bütünleşerek küresel birliğe doğru yürüyelim.

Bütün insanlık bu mesaja muhtaç iken ve karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kurtuluşa taşıyacak mesajı ihtiva eden muhteşem Kur’an bizim elimizde olduğu ve biz bu kitabı okuduğumuzu iddia ettiğimiz halde, cahiliyeye alternatif oluşturmayı bırakıp egemen şirk sistemine ve küresel kapitalizme eklemlenme sonucu doğuran sistem içi yollara saparsak veya sistem içi politikaları eksen edinip, Kur’an’a davetimize bir de sistem içi siyasete daveti ekleyerek tevhidi mesajımızın kirlenmesine yol açarsak, hem Allah hesap sorar, hem de bu kitabın mesajına muhtaç oldukları halde bizim ilkesizliklerimiz ve doğru bir temsil ortaya koyamamamız yüzünden ona ulaşamayan bütün insanlık hesap sorar.”

(İLKAV) 

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir




Enter Captcha Here :

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Başa dön tuşu